1 Haziran 2016 Çarşamba

ALSACE MI ? ALMASAS MI?





Gözlerinizi kapadığınızda yada bir yere daldığınızda nasıl hayaller kurarsınız???

Mesela vitrinde gördüğünüz bir ayakkabı

 Fiyatı uçuk bir çanta

Ya da muhteşem kokulu bir parfüm

Hayallerinizi süsleyebilir mi?

Elbette her kadının hayallerini süsleyebilir.

Benim hayallerimi ise aklıma koyduğum  bir şehir, köy yada kasabaya gitme hayalleri süsler.
Bazı yerler vardır ki sizi kendine çeker. Adeta çağırır.
Fotoğraflarını gördüğünüzde ben de orayı görmeliyim dersiniz.
İşte Strasburg ve Colmar bu yerlerden biri......
Alsace diyarı Almanlar ile Fransızlar arasında paylaşılamayan bir bölge olmuş. Fransızlardan Almanlara sonra tekrar Fransızlara geçerek benim deyimimle alsak mı almasak mı derken. Bu şirin bölge Fransızların elinde kalmış.

Gezi planıma burayı  dahil etmenin sırası gelmişti. En sonunda Mayıs ayının 21 inde gezginci üç arkadaş yola çıktık.

Öncelikle planımız şu şekildeydi;

Bu bölgeye 5 gün ayırmıştık. Kuzeyden başlayıp güneye doğru inecektik.

2 gün Strasburg 2 gün Colmar ve köyleri 5.günde de yurda dönüş.







Öncelikle 6 ay öncesinden Mayıs ayı için Pegasus'tan gidiş dönüş Basel uçak biletlerimizi aldık. Fiyat 350 TL  Daha ucuzu bulunur mu??Çok ta araştırmadım. Bütçemiz için yeterli bir rakamdı.

21 Mayıs sabahı 11:00 uçağıyla Basel'e uçtuk. Hava pırıl pırıl  çok güzeldi .Hava alanında pasaport işlemlerini yaptıktan sonra sol tarafa Fransa tarafından çıkışımızı yaptık.

Hava alanının çıkışında hemen otobüs durakları vardı. Distribus yazan  otobüse binip
Otobüs şoförüne 2.5 euro vererek yolculuğumuza başladık.10 dakika sonra St-Louis dedik. Otobüste Ahmet adındaki bir Türk amca ile tanıştık. Antep'ten 35 yıl önce gelip buralara yerleşmiş. Bize çok yardımcı oldu.
 St- Louis- Strasburg arası tren biletleri  23 Euro. Ama biz Ahmet beyin sayesinde 4 kişilik grup indiriminden yaralandık ve 9.75 Euro ya çok ucuza bir seyahat gerçekleştirdik.






Trenin kalkmasına 1 saatten fazla vardı. Bizde St-Louis'in sokaklarında şöyle bir dolaştık.
Bu arada Ahmet bey Sen luis değil sen lui  Mulhaus değil Mulüz diye bizim telaffuzumuzu bayağı düzeltti.
Sonrasında keşke bizim yanımızda olsaydı. Bizim dediklerimizi  duysaydı gülmekten ölürdü herhalde.

Şimdi şöyle:)))

Gülnur soruyor şimdi hangi köye gidiyoruz.

Rikulubirşey var ya oraya Riquewihr :))))

Peki Egoşhayma gidecek miyiz ?? Eguisheim:)))

Neyse devam edelim:)))

Bir saat süren bir tren yolculuğu sonrasında Strasburg'dayız. Tren istasyonun  dış cam binası hayli ilgi çekici. Tarihi bina fanusun içine alınmış gibi.


Şimdi sıra otelimizi bulmakta. Benim bir unutkanlığım sayesinde hiç adetim değildir:)) otelin yol tarifi dökümlerini iş yerinde unutmuşum. Şehirde de 3  4 adet İbis oteli bulunduğundan otelimizi bulmak biraz zaman aldı.
Otelimiz İbis Petit France tren garına  ve gezilecek tüm yerlere çok yakın. Küçük şirin temiz bir otel. Tavsiye ederiz. Bir de Wi fi iyi olaydı. Strasburg genelinde internet bağlantısı bulmak hiç kolay değil. Restoranların Wi fi ları ya yok yada çok kötü.

Otele bavullarımız atıp başladık Strasburg'u turlamaya.

1.GÜN





Öncelikle uzun, devasa ve muhteşem görünümüyle Katedral bizi kendine doğru çekiyordu. Katedralin önüne geldiğimizde gözlerimizi buradan  alamadık. Katedral gotik mimarisinin muhteşem örneklerinden. Zamanının en yüksek binası unvanına sahip.
İnce işlemeleri ve cam vitrayları gerçekten muhteşemdi. Strasburg un her yerinden görünen bu katedral sayesinde bu şehirde kaybolmak mümkün değil. Katedralin önündeki kafeler hediyelik eşya dükkanları bulunmakta. Kammerzell Restoran yani Strasburg' un en eski evi de muhteşem görüntüsüyle burada.


Sonrasında katedralin önünden aşağıya doğru kıvrılarak  Rohan otelin önünden geçtik. Sitelerde çok bahsedilen bir otel. Yeri ve binası çok güzel gerçekten. Bir daha gelirsem bu oteli deneyebilirim.





Sonrasında Ren nehrine ulaştık.

Nehrin üzerinde bir sürü köprü, köprülerini altlarında da yürüme yolları vardı. Salkım söğütler nehre kadar uzanmış. Gezi tekneleri nehirde sülün gibi süzülüyorlardı.




 






 




Nehrin kenarından yürüyerek Petite Venise (Venediğe benzetildiği için küçük Venedik anlamında bir unvan takılmış) kısmına gelmiştik. Herkesin resim çektiği o meşhur köprüde bizde poz verdik. Petite Venise de gezerken bir bölümde insanların toplandığını ve bir şeye baktığını gördük. Hemen bizde o tarafa yöneldik. Çok güzel bir mekanizma yapmışlar. Tekneler geçeceği zaman üzerinden geçtiğimiz küçük köprü dönerek açılıyor. Teknenin geçmesi sağlanıyor. Sonrasında tekrar dönerek eski halini alıyor.















 


Karnımız acıkmaya başlamıştı. Öncelikle Yeşim arkadaşımdan aldığımız bir öneriyle Flam'sa Tarte Flambe yemeğe gideceğiz.
Meşhur bir yer olduğu için sorarak tarif alalım dedik. Dedikte bu Fransızlar gerçekten her şeye Fransız diyeceğim kusura bakmayın.

Şimdi gidenler bilir gitmeyenlere de örnek oluştursun .Katedralin önündeyiz. Flam' s nerede diyoruz. Ooo zor biraz anlatmak ifadeleri. Bir kaç kişiye sorduktan sonra sonunda Katedralin ön kapısındaki restoranların birindeki genç garson tarif etti. Dümdüz aşağı sonra sola sonra tekrar sola ve sokaklarda kaybol:)))

Halbuki Katedralin yan sokağı yani soru sorduğumuz restoranın karşısındaki sokaktan dümdüz gidince Flam's orada Biz biraz dolaşarak, ara sokaklara da vakıf olarak Flam sı bulduk. Karnımızda açıkmış oh yiyeceğiz diye sevinirken oda ne cumartesi yoğunluğu boş yer yok rezervasyonsuz almıyorlar. Bizde yarın akşam için yer ayırttık ve de Katedralin alt sokağındaki katedral manzaralı bir restoranda pizza yedik. Bence fena değildi.



Öncelikle Fransızca bilmiyorsanız Strasburg'daysanız gençlere soru sorun. En azından onlar İngilizce biliyorlar. Yaşlılar çok bilmiyor. Ama onlarda o kadar ilgili ki yada bize öyle denk geldi. Sanki bıraksan gideceğimiz yere kadar götürecekler.

Artık yorulmuştuk. Otelimizin yolunu tutup gece 24:00 u bulmadan uyuduk.

2.GÜN


Sabah erkenden uyandık. Öncelikle Almanya'nın bir şehri olan Kehl'e gidecek sonrasında şehri gezmeye devam edecektik. Otelimizin hemen yakınındaki duraktan Aristide Brianda gidip oradan Kehl e giden otobüslere binecektik.

Duraktaki bilet alma yerlerinde 6.75 Euro ya  3 kişi için tüm gün kullanılabilen biletlerden aldık.
Duraktaki bir bayanın yardımı sayesinde A tramıyla oraya gideceğimizi öğrendik. Bizde kadına güvenerek A tramvayına  bindik.Hiçte duraklara bakmadık. Ben dur nereye gidiyoruz diye haritaya bakınca ters yöne gittiğimizi fark ettim. Yanımızdaki gençlere sorunca ters yöne gittiğimiz tescillendi.
Meğerse bir yerden sonra aktarma yapıp D tramvayıyla  yola devam edecekmişiz .Bizde haritadan bakarak Tramvayların kesişme noktası olan yerde inip D tramvayına bindik. Birkaç durak sonra gelmiştik. Oradan  21 no lu otobüse binerek Kehle gittik.10 dakika süren bir yolculuk sonrası güzel bir köprünün üzerinden geçtik ve Fransa'dan Almanya' ya geçmiş olduk.

Normalde burası Fransa'ya göre daha ucuz bir yermiş. Strasburg da yaşayanlar buraya gelip alışveriş yapıyorlarmış. Biz bula bula pazar gününü seçtiğimiz için tüm dükkanlar kapalıydı. Şehrin boş sokaklarında turlarken bir anne ile çocuğuna rastladık .Pasta hane nerede vardır diye soralım derken kadın bizimle Türkçe konuşmaya başladı. Gençliğinde Marmaris'te çalışmış bir Fransız.
Çat pat Türkçesiyle bize çok yardımcı oldu. Onunla  birlikte parkın yanındaki şık bir restorana gittik. Bir şeyler yiyelim, içelim derken buraya da rezervasyonsuz alınmadık:((
Bizde burada fazla oyalanmadan Strasburg a dönüşe geçtik. Köprünün üzerinden yürüyerek Almanya'dan Fransa ya geçmiş olduk. Kehl tertemiz huzur veren bir şehir. Bence gezi planına dahil edilebilecek bir yer.




21 numaralı  otobüsümüze binerek şehrimize ulaştık. İlk olarak Parlamento binası, İnsan hakları binasının olduğu yere gittik.İçine giremediğimiz için dışarıdan birer foto alarak yanındaki güzel sokaklardan dolaşarak Orengerie parkına yöneldik.



 



Bu park leyleklerle dolu muhteşem bakımlı, tertemiz bir park. Leyleklerin lak lak sesleri her tarafta yankılanıyor. Kilimini yani örtüsünü alan genç, yaşlı insanlar çimenlere uzanmış. Hiç bir yerde ne bir çöp ne de bir kirlilik görebilirsiniz.Havanın güzel olmasından dolayı parkta biraz vaktimizi geçirip, parkın içindeki gölün kenarında yürüyüş yaptık.
Gölün kenarında bikinisi giymiş bir kız güneşleniyordu. Ne güzel kız bikinisini giymiş güneşleniyor deyince kızdan evet öyle  yaptım cevabı alınca şaşırmıyorum. Çünkü her tarafta Türk e rastlamak mümkün. Burada uluslararası ilişkiler okuyan bir genç kızımız. Onunla biraz sohbet edip ve ondan parkın durağa en yakın çıkış kapısının   tarifini alarak bu güzel parktan ayrılıyoruz.











 


















Tramvay ile yanından geçerken gördüğümüz, köprünün ortasındaki St. Paul kilisesine öncelik veriyoruz. Kilisenin yeri ve  görünüşü gerçekten  muhteşem.











 


Buradan çıkıp yürüyerek şehir merkezine geliyoruz. Kahve içme zamanımız geldi de geçti bile. Katedralin ara sokaklarındaki pasta hanelerden kahve içip pasta yemek istiyoruz. Fakat pasta hanelerin içleri çok dar. Şöyle keyifle pasta keyfi yapamayacağız. Bizde pastalarımızı alarak Petitie Venise de Çınarın altında keyif yapalım diyoruz.
Sanki Çengelköy'deyiz. Çınar altı kafeye  pastamızı alıp çay içmeye gidiyoruz.:))












 







Petite Venise e gelip Çınarın altındaki restorana  oturuyoruz. Fakat öğlen yemeği servisi bitmediğinden çay kahve servisi için bizi oturtmuyorlar. Bizde keyfimizi kaçırmayıp karşısındaki küçük kafeye oturuyoruz. Çaylarımız kahvelerimiz söyleyip çaktırmadan pastalarımızı da çıkarıp keyif yapıyoruz.
Fakat bir anda hava bozuyor yağmur bastırıyor. Çınarın altındaki restorandaki herkes kaçışıyor.
"Vallahi ah etmedik kızmadık ama bizi oturtmadınız bak yağmur yağdı şimdi kimse oturamadı" demekten de kendimiz alamıyoruz:))))

Yağmur durunca şehir turumuza devam ettik. Ara sokakları gezerek, güzel mekanlara, evlere ve dükkanlara bakarak akşamı ediyoruz.








 







 
 
 
 
Küçük bebeğimiz illaki resim istedi ben de onu kıramadım:)))
 
 
 
 


 






Saat 7 Flam's da rezervasyonumuz var.
Artık her sokağı öğrendik. Rahat bir şekilde Flam' sa gidiyoruz.

 Mexican, Biftekli, Munster peynirli Tarte flambelerdan söylüyoruz.

Bilmeyenler için Tarte  Flambe yi biraz anlatayım.
İncecik hamur ve üzerinde peynir, soğan, et istediğin şeyler odun fırınında pişirilerek servis ediliyor. Çok güzel mi?? Fena değil.
Bizim Bafra, Karadeniz pidelerimizin yanından geçemez tabii ki.
Ama buralara gelmişken mutlaka tadılması gereken geleneksel bir yiyecek.













Ve Strasburg' u çok ama çok  beğenerek belki yılbaşı zamanı ünlü noel pazarlarını görmek için tekrar geliriz diye hayaller kurarak terk ediyoruz.

İstikamet Colmar. Bas Rhin bitti sıra Haut  Rhin de.
Yani Alsace Bölgesinin kuzeyini bitirip güneyine doğru yola çıkıyoruz.

3.GÜN

Ama öncesinde Strasburg a çok yakın bir kasaba olan Obernai ye gideceğiz.
Tren istasyonunun önünden sabah 8:40 da kalkan otobüs ile Obernai ye doğru yola çıkıyoruz.
Otobüsümüz bir sürü şirin köyün içinden geçerek Obernai ye varıyor.
Öncelikle köyün merkezindeki bir pastanede kahvaltımızı yapıyoruz. Çayımızı içerken gene Türk bir aileyle karşılaşıyoruz.Onlarda 35- 40 sene önce buraya yerleşmişler.6 aylarını burada 6 aylarını Türkiye de geçiriyorlarmış. Hanımefendi o kadar kibardı ki bizi evine davet ediyor. Vaktimizin çok dar olduğunu söyleyerek nereleri gezebiliriz diye ondan  bilgi alıyoruz.
Teyzeyle öpüşüp ayrılırken küçük şehir içi trenin şehri gezdirdiğini görüp atlıyoruz trene. Zaten yağmur yağmaya başlamış.Yürüyerek tepeye çıkmak mümkün değil. Bir grup Almanla birlikte yavaş yavaş şehri geziyoruz.
Küçücük  köyü gezmek için 7 Euro veriyoruz. Strasburg dan buraya 2 euro ya gelmişiz. Normal hava şartlarında tabii ki değmez ama bu havada kesinlikle değiyor. Tren yukarı doğru kıvrılarak  üzüm bağlarının yanından tepeye çıkıyor. Ve köyü yukarıdan görüyoruz. Çok güzel bir manzara. Buraya gelirseniz mutlaka tepeye çıkın diyorum. Sonra şehrin içinde ufak bir geziden sonra trenden iniyoruz.
Artık Colmar a gitme vakti geliyor. Tren istasyonuna gidiyoruz. Trenin kalmasına 40 dakika olduğundan resim çekmek için şehrin içinde tekrar tur atıyorum. Köy diyemiyorum yani bu kasaba  gerçekten çok şirin. Burayı sakın es geçmeyin. Hepimiz çok seviyoruz burayı.

















































Tren istasyonu şehrin hemen içinde . Colmar a gitmek için Selestat ta aktarma yapıp öyle gidebiliyoruz. Çok değil 30 dakika içinde Colmar dayız.


Colmar da  trenden inince oteli  bulmak biraz zor oluyor. Otelin isim ve  adresinden başka bilgi yok elimizde. Boyacı ustası Türk abimiz sağ olsun.  Adresi soruyorum önce Fransızca cevap veriyor. Ben ağzımdan hay Allah lafını kaçırınca yenge Türk müsün hemen yardımcı olayım diyor:)))
Otelimiz 400 yıllık bir apartman. Evet yanlış duymadınız 400 yıllık. Bizde 30 40 yıllık binaları yıkıp yerine yeni evler yapalım:((  45 m2 lik odada fırın, buzdolabı, masa ve yemek takımları  bulunmakta. Bizim için değişik bir macera oluyor.Hemen parkın karşısında çok güzel bir bahçesi olan bir yer.

Otele eşyalarımızı bırakıp hemen sokağa atıyoruz kendimizi.




 





Kar da yağsa yağmur da arkadaşlarım her zaman enerjik ve mutlu ne güzel:))


































Tutuklu bir tavuk:)))







Colmar Strasburg a göre haliyle  daha küçük bir yer. Ama çok şirin, samimi bir şehir. Güzel bir kilise sonra bir tane daha. Büyük camlı bir bina görüyoruz. Sanırım burası sabit pazar. Ama ne yazık ki kapalı. Burayı geçip sağa döndüğünüzde muhteşem güzel evler ve köprü karşımıza çıkıyor. Rengarenk evler, çiçekler ve nehir çok güzel bir manzara oluşturuyor.
Yanından yürüyerek buranın Petite Venise ine geliyoruz.
Strasburgta ki gibi büyük değil ama çok sevimli bir yer.
Akşama kadar Colmar ı gezip  tek bulduğumuz adı  CASİNO olan marketten alışverişimizi yapıp odamıza dönüyoruz.
Vallahi iki gün dışarıda yedik ama yemekler bizi fazla tatmin etmedi. Arkadaşım Dilek ben size söyle güzel domatesli makarna yapayım da ağzımızın tadıyla yiyelim dediği için. Hiç restoran aramayıp apartımızda makarnamızı yapıyoruz. Ve İştahla yiyoruz.
Bir de şehrin  gecesini görelim diye dışarı çıkıyoruz ama dışarıda hava yüzünden kimseler yok. Herkes evlerine çekilmiş. Her yer kapanmış. Şöyle bir dolaşıp birazda çiçek çalıp (laf aramızda) sabah erken yola çıkacağız diye eve dönüp yatıyoruz.

4.GÜN

Evet sabah 8:30 da Köylere giden  otobüsümüz var. Parkın içinden geçerek tren istasyonuna yürüyoruz. İstasyonun hemen yanında otobüs durakları var.

Normalde rotamız şu şekilde;

Ribauville sonra Riquewihre,  Kaysersberg sonrasında Colmar a dönüp Equisheim a gideceğiz.
Ama bu plana uyamıyoruz ne yazık ki:((

Otobüse binip gidiş dönüş bileti alıp yola çıkıyoruz. Gene çok güzel köylerden geçerek meşhur Ribauville ye geliyoruz.

Burası köy ise bizim köyler ne ola acaba:)))











 








































Sabah daha 9:00 olmasına rağmen esnaf dükkanlarını açmış her yer çiçek, böcek evler ya nasıl anlatsam size harika bir yer..Hele pastanelerinin önünden geçerken içeriden gelen o mis kokular var ya beni beni benden alıyor. Meşhur keklerini çok tatmak istiyoruz. Bir  küçük kek birde kocaman kof kof yani beze alarak hem yiyerek  hem geziyoruz. Yukarıya vardığımızda çay molası vermek için bir pastaneye giriyoruz.

İçeride ki  kız tahmin edin nereli??? Türk tabii ki.
Bizi çok güzel ağırlıyor ve sohbet ediyor.

Yalnız size bir ipucu vereyim. Buralara gelirseniz çaylarınızı yanınızda getirin.Çünkü nerede çay içsek açık uçuk bir şey. Çok tat alamıyoruz. Bizim Rize çayını değil en kötü çayımızı bile özlüyoruz.

Otobüsten indiğimizde bir şeyi atladığımızı fark ediyoruz.
Bir sonraki durağımız Riquewihr e otobüs saat 15:00 de halbuki arası 2-3 kilometre. Ama otobüs yok. Hava güzel olsa yürüyeceğiz de hava 13 derece zaten kat kat giyinmişiz üşüyoruz. Mecburen otobüs saatine kadar 4 5 saatimizi burada geçiriyoruz.
Sonrasında otobüs saati gelince Riquewihr e geçiyoruz. Küçük bir kemer altından geçerek köyün içine giriyoruz. Burası da harika rengarenk evler. Diğer köyden biraz daha farklı ama hangisi daha güzel diye seçim yapamıyoruz.
Köyün girişinde bir dondurma alıp mağazaları ve köyü geziyoruz.










 
 
 
 
 
 
 
 
    
 
 
 




 
 
 
 
 
 
















 
 
 













 
 
 
Karşımızda oturan bir karı kocanın bir  erkek çocukları 2 de zenci çocukları vardı.
Evlat mı edindiler tanıdıklarının mi çocukları diye bayağı kafa patlattık. Ama çocukların neşesi ve mutluluğu bu güzel kareye de yansımış:))) 
 
 
 
 
 






Sırada Kaysersberg var. Ama ne yazık ki buraya gitmek o kadar kolay değil. Haritada çok yakın görünen köye ulaşmak için iki aktarma yapmamız gerekiyor. Biz de vaktimiz çok daraldığı için orayı es geçip Colmar a dönüyoruz.
En çok istediğim köy Equisheim a gidelim diyoruz. Fakat oraya da gitmek kısmet olmuyor.

Şöyle aktarayım. Saat 5 olduğundan köye gidebiliyoruz ama dönüş için otobüs yok. Otobüsle gidip taksiyle  döneriz diyoruz .Ama kimsede enerji kalmamış. Havanın yağışlı ve soğuk olması bugünlük bu kadar köy gezmesi yeter dedirtiyor. Otelimize dönüp kaloriferimizi açıp biraz dinleniyoruz.
Akşam gezmesine bile çıkacak halimiz kalmamış. Bir şeyler yiyip erkenden yatıyoruz.
Farkındaysanız şarap yolunu geziyoruz ama hiç şaraptan bahsetmedim. Evet ne yazık ki havanın yağışlı olmasından mıdır nedir. Şöyle keyifle bir şarap tadımı veya keyfi yapamadık. Bağbozumu zamanı gelip o dillere destan şarapların tadına bakılmalı bence...

5.GÜN


Evet 5.günümüz artık bugün dönüyoruz. Öğlen 2 de Basel'den uçağımız var.
Sabah hava açmış. Hemen  Gülnur umun evden getirdiği Lipton çaylarımızı yapıp kupaları elimize alıp çıkıyoruz dışarı. Elimizde içinde çay olan kupalarla insanların bakışlarına aldırmadan şehri güzel havada geziyoruz.



Sabit pazar açılmış. İçini şöyle bir gezip ekmek ve Bretzel alıp eve dönüyoruz.
Peynirli sandviçlerimiz yapıp 10:23 St-Louis trenine yetişiyoruz.


Son dipnot:)

Strasburg ve Colmar için arabaya hiç ihtiyaç yok. Ama köylere gitmek için lütfen uluslararası ehliyetinizi yanınıza alıp araba kiralayın derim. Yollar bom boş. Ve yol bulmak çok kolay.
Böylece bizim kaçırdığımız yerlere sizler gidebilirsiniz. Tren ve otobüsle geçerken bütün ululuğuyla tepede görülen Haut Koenigsbourg şatosuna da görebilirsiniz:(((

Şimdi gelelim klasik sorularımıza;

Ne zaman gidilir??

Nasıl gidilir,

Neden gidilir?

Bence Haziran ayı ortaları en ideali. Yazın 40 dereceyi bulan sıcakları ve iğne atsan yere düşmeyen kalabalığını görmeden güzelce gezmek için köylere ve çiçeklere doymak için arabayla, trenle, otobüsle her tür gidebilirsiniz.

Bir hayalimi daha gerçekleştirmenin verdiği hazı anlatamam. Hayal kurmak gerçekleştirmenin yarısıdır desem:))

Bu geziye çıkmadan önce verdiği güzel bilgiler ve anlatımlar için canım arkadaşım Yeşim Baran Motugan a sonsuz teşekkürler.

Başka güzel bir diyarda buluşmak dileğiyle..

Sağlıcakla kalın,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder