13 Şubat 2017 Pazartesi

VİKİNGLERİN DİYARI KOPENHAG-MALMÖ-STOCKHOLM








2015 yılında  gittiğim Danimarka-İsveç gezisi ile ilgili yazıma başlamadan önce,  bilgileri ve anıları tazelemeye çalışırken, insanların Avrupa 'da en çok gitmek istedikleri yer neresi olabilir diye bir soru geldi aklıma.

Elime kağıdı kalemi alıp şirketteki arkadaşlarımın meraklı bakışları altında anket çalışmasına başladım.
Yaklaşık 40 kişiye aynı soruyu sordum.
 
Avrupa'da en çok görmek istediğiniz yer neresi??

Ve çıkan sonuç;

1.İsveç
2.İtalya
3.İspanya

Neydi bu İsveç i birinciliğe taşıyan ve  bu kadar görülmek istenmesinin sebebi.

Ben kendi görmek isteme sebebimi anlatayım.

2010 yılında İzlanda da patlayan yanardağ sırasında tüm hava alanları kapatılmış bir çok insan hava alanlarında mahsur kalmıştı. Belki bir çoğunuz hatırlıyorsunuzdur.

İsveç te bir iş gezisinde olan arkadaşlarımda Danimarka ile İsveç'i bir birine bağlayan Oresund köprüsünden geçerek Türkiye'ye ulaşmayı başarmışlardı.
İşte o zamanlar bu köprüden geçerek İsveç'e gitmeyi hedeflemiştim.

Haydi bakalım sizleri fazla sıkmadan Danimarka ve sonra da İsveç'e gidelim görelim o zaman.


Pegasusun   promosyonlu uçuşlarından biriyle(350 TL) 1 Mayıs 2015 günü Kopenhag'a uçtuk.
Uçak inişe geçerken Oresund köprüsü ve yel değirmenlerini görmek heyecan vericiydi.

Haydi yallah hop hop  hop. Çocukluğumda en çok sevdiğim çizgi film. Vikinglerin
diyarı ülkedeyiz.(Bu arada eğer bu çizgi filimi hatırlıyorsanız, hatırı sayılır da bir yaştasınız demektir:)

Buranın para birimi Kron. Yolculuğa çıkmadan önce Danimarka ve İsveç kronlarımızı almıştık.
Şu anki kurlar aşağıdaki gibi.

1 DANIMARKA KRONU -   0.54 TL    
1 İSVEÇ KRONU              -    0.43 TL


Avrupa'nın en pahalı şehirlerine gittiğimiz için Booking den en uygunundan birer otel seçtik. Havaalanından trene binerek şehir merkezine ulaştık. Otelimiz ana istasyon durağına çok yakındı. Otele eşyalarımızı bırakıp şehir turumuza başladık.
Otelimizin manzarası:)






Şehirde ilk ilgimizi çeken şey bisikletlerine binmiş işlerine, güçlerine giden insanların çokluğu ve de özel bisiklet yolları oldu. Yaya kaldırımlarının yarısı yaya, yarısı bisiklet kullananlara ayrılmıştı.
Tabii bizler hiç alışkın olmadığımızdan ilk gün sürekli bisiklet yolunu işgal edip, arkadan çın çın bisiklet kornalarına maruz kaldık. Çok ta kibarlar sadece korna çalıyorlar.





İlk durağımız meşhur Tivoli Bahçesi. Kapıdan içeri girdiğiniz anda kendinizi başka bir diyarda hissediyorsunuz.
80 dönüm alana sahip olan bu bahçede, içinde ördeklerin yüzdüğü yapay  bir göl, çok güzel çevre düzenlemesine sahip çiçekler ve ağaçlar ve çok eğlenceli görünen bir lunapark vardı.

Eğer bizim gittiğimiz gün gibi güzel bir havaya denk gelirseniz bir  tam gününüzü bile burada geçirmek isteyebilirsiniz.

Bizim vaktimiz kısıtlı olduğundan hava karamaya başlamadan önce güzel anılarla  parktan ayrıldık.









































































Sonrasında kanal boyunca yürüyüşe  başladık. Hava soğumaya başlamış sahilde in cin top oynuyordu. Sahili bitirdiğimiz yerden sola döndüğümüzde karşımıza Nvhan yeni liman çıktı.
Rengarenk boyalı evleri kanalın üzerinde gezen tekne ve yanaşmış yelkenlileriyle burası büyüleyici bir güzellikteydi. Limanın  kenarı kafe ve restoranlarla ve insanlarla doluydu.











Önce limanın sonuna kadar bir tur atıp sonrada dondurmalarımızı alıp müzik yapan bir grubun söylediği ezgiyle büyülenmiş bir şekilde, gün batımının keyfine bıraktık  kendimizi.

Artık hava kararmaya başlamıştı otelimize dönüp biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için tekrar dışarı çıktık.Çıktık ama işin açıkçası hüsrana uğradık. Kopenhag gibi bir şehirde herhalde pizza yemeyeceğiz.Deniz ürünleri tarzı bir restoran bulmak için hayli uğraştık.Balık halinin bulunduğu yerde hangar gibi restoranlar bulunmaktaydı.Ama salaş olanları fast food tarzı ve çok kalabalık daha şık olanları ise rezervasyonsuz almıyorlardı.Sonunda eski şehre yakın bir yerde karnımız açıkmış bir şekilde restoranın birine oturduk.Texas hamburgerine kişi başı 80 TL ödeyerek gecemizi sonlandırdık:(


2.GÜN


Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp kendimizi Kopenhag sokaklarına attık. Öncelikle eski şehir tarafına doğru yürüdük. Karşımıza ilk masallarıyla büyüdüğümüz Andersen'in heykeli çıktı.
Kibritçi Kız, Kurşun Asker, Çirkin Ördek yavrusu, Küçük Deniz kızı desem bilmem hatırlar mısınız?




 Heykelin  biraz ilerisinde büyük bir çeşme bulunuyordu.
 Dragon fountain ve arkası meşhur City hall Square.













Normalde geziye çıkmadan önce son yıllarda Avrupa'nın bir çok şehrinde popüler olan bedava yürüyüş turlarından biri olan Free tour Copenhagen adlı siteden tur rezervasyonu yaptırmıştım.
Bu sistemi bilmeyenler için anlatayım.
Şehrin merkezindeki belli bölgelerde tur için insanlar toplanıyor. Bir rehber eşliğinde şehrin popüler yerleri yürüyerek geziliyor. Normalde bir ücret alınmıyor.
Ama tur sonucunda herkes rehbere gönlünden kopan bir miktarı veriyor. Yani sistem bahşiş sistemiyle çalışıyor. Bir çok üniversiteli öğrenci bu şekilde harçlığını çıkarmış oluyor.

Biz sistemi beğendik ama özgürce gezmek daha hoşumuza gittiğinden başladık kendimiz turlamaya.
Kent meydanından ayrılıp ara sokaklara girerek şehri daha iyi tanımaya çalıştık.












Şehrin en hareketli yeri Sroget caddesi. Bu caddedeki bir sürü alışveriş dükkânları arasında kaybolabilirsiniz.
Etrafta dikkat ettiğim bir şey de Avrupa genelinde gördüğüm en güzel kızların ve erkeklerin burada olması. Kafanı çevirsen manken gibi gençlere rastlamak mümkün.


Bu bölgeyi bitirdikten sonra kendimizi kanalda bulduk.
Kanallarıyla ünlü bir şehre  gelmişiz kanal turu yapmadan geçmeyelim dedik ve karşımıza ilk çıkan bir kanal  turuna katıldık.
Tur gerçekten çok zevkliydi. Şehri daha iyi görüp tanımamıza  neden oldu.
Hem de böylece şehrin simgesi olan Little Marmaid i de uzaktan olsa da görmüş olduk.
Bir daha yakınına gitmeye gerek duymadık.
























Kanal turundan sonra  tekrar Nyvhan bölgesine geldik. Artık sefa zamanıydı. Restoranlardan birinde oturup yiyecek içecek bir şeyler atıştırdık.
Kopenhag'a ayırdığımız süre ne yazık ki bitmişti.



3.GÜN MALMÖ

Sabah erkenden kalkıp tren istasyonunun yolunu tuttuk. Oresund köprüsünün üzerinden geçerek Kopenhag' tan  Malmö' ye gidiyoruz.

Oresund Köprüsü Danimarka ile İsveç'i birbirine bağlayan hem karayolu hem de demiryoluna sahip bir köprü.2000 yılında açılmış. Kopenhag tarafından gelirken önce bir tünele girip bir kaç km gittikten sonra yüzeye çıkıp köprünün üzerinden İsveç e geçiyorsunuz.
Ama tavsiyem araba yada otobüs ile geçmeniz. Biz tren ile gittiğimizden köprünün üstünden değil de alt kısmından hızlıca geçtiğimiz için köprünün keyfine pek varamadık.
Ama gene de bir ülkeden diğer bir ülkeye bu muhteşem köprü yoluyla geçmek heyecan vericiydi.

Bu arada trende yaşadığımız komik bir anımız anlatmadan geçmeyelim.

Boş bulduğumuz bir kompartımana bavullarımızı yerleştirip koltuklara yayıldık. Dört bayan bir araya gelirde konuşmadan durabilirler mi? Biz sürekli vıdı vıdı konuşuyoruz tabii. 
Kondüktör geldi biletlerimizi sordu. Biz verdikten sonra tabelayı göstererek eğer konuşacaksanız başka kompartımana geçin demez mi?
Tabelaya baktığımızda 'Silence'  yazısını görünce çok utandık. Çünkü bu kompartıman sessizlik isteyenler için ayrılmış özel bir kompartımanmış.
Oturanlardan özür diler bakışlarla eşyalarımızı toplayıp başka kompartımana geçtik:)
Avrupa'nın bir çok şehrinde tren ile yolculuk yaptım. Ama hiç birinde bu tur bir uygulamaya denk gelmemiştim.


Ve kısa bir süre  sonra güzel Malmö' ye gelmiş olduk. Trenden inince karşımıza buranın simgesi şirin beş müzisyen heykel çıktı. Aralarına girip poz vermeden geçemezdik:)


















Caddeler sakin ve huzurluydu. Sonra devam edince karşımıza çok güzel küçük bir meydan çıktı.
 Lilla Torg  
Sanki insanların buluşma noktası gibi yada bir kasabanın meydanı gibi bir yerdi burası.
Havanın güneşli olmasında dolayı insanlar kafelere doluşmuş dışarıda oturacak yer yok gibiydi.
Bir kafede zorda olsa oturacak bir yer bulup kahve molası verdik.


















Sonrasında Malmö'nün sokaklarında dolaşmaya devam ettik. Kanalın kıyısında ayakkabı heykelleri çok ilgi çekiciydi. Ayakkabıların önlerindeki isim ve tarihlerden İsveç'in ünlü sanatçılarının  anısına yapıldığını tahmin ettik.












Sonrasında meşhur Stortorget meydanına geldik. Kışın bu meydanda buz pateni yapılıyormuş. Ama biz çiçeklerle süslenmiş halini çok beğendik.







Ve  sonrasında çok güzel bir meydana daha geldik. Burası Triangeln meydanı.



















Saint John Katedrali










Malmö house(Şato) ve Turning Torso 'yu(İsveç'in en yüksek binası) görmek için çıktığımız yol bizi muhteşem bir Parka ulaştırdı.
Kungsparken

















Turning Torso



Malmö House


Akşam üzerine doğru zorda olsa da Malmö'den ayrılma vaktimiz gelmişti.
Trenimize binerek Stockholm'a doğru yola çıktık.5 saatlik güzel tren yolculuğu sonrasında Stockholm da olduk.
Öncelikle tren istasyonuna yakın olan otelimizi bulup eşyalarımızı bıraktık. Yemek yemek için dışarı çıktık. Hava kararmış sokaklar boşalmış bir çok restoran ise kapalıydı.
Gene güzel bir restoran bulamadığımızdan, Türk dönercisinde karnımızı doyurduk. Sonrasında otele dönüp dinlenmeye çekildik.

4.GÜN STOCKHOLM
 
 
Sabah şehir turu için hazırdık. Hava  kapamış. Yağmur yağdı yağacak ve buz gibiydi.
Hep söylediğim bir şey vardır. Önceden gitmediğin bir şehre yağmurlu, soğuk ve kapalı bir hava da gittiğin zaman o şehrin tam keyfine varamıyorsun.
İşte Stockholm da bana böyle oldu. Açıkçası Kopenhag ve Malmö' den sonra Stockholm bana hiç cazip gelmedi. Beğenmedim demeyelim gezmeye devam edelim.
 
Evet İsveç'in İstanbul'undayız. Yani ülkenin kalbi burada atıyor. Şehrin bazı yerlerini İstanbul'a benzetmedim desem yalan olur. Tabii ki kıyaslanamaz.
 
Stockholm  büyük geniş caddelere sahip gayet modern bir şehir. Aşağıdaki haritadan gördüğünüz gibi şehir bir çok adadan oluşuyor.
Ortadaki Gamla Stan  yani old city
Karşısındaki büyük ada Södermalm
Hemen yanındaki küçük olan Skepshollmen
Yanındaki şeklini kaplumbağa ya benzettiğim ise Djurgarden
 
Tam 14 ada birbiriyle köprü ile bağlanmış durumda. Bu yüzden gezerken bir adada gezdiğinizi anlamıyorsunuz.



 Öncelikle eski şehir Gamla Stan ile başladık. Büyük  kapılardan geçtikten sonra arnavut  kaldırımlı, parke taşlı dar sokaklarda  yürümeye başladık. Burası gerçekten etkileyiciydi. Hediyelik eşya satan dükkanlar, restoranlar, sanat galerileri, kafeler çok şıktı. Küçük şirin bir kafede kahve molası verdik. El işi kurabiyelerden yedik.
 



 
 

 
Bu bronz amcada tek başına kalmıştı onu yalnız bırakmadık:))





Saat 12:00 de askerlerin nöbet değişimi merasimi olduğundan Kraliyet sarayının orada bir süre bu merasimi izledik.




Sonrasında köprüden geçerek diğer büyük ada Södelman'a geçtik. Fakat burada fazla zaman geçiremedik. Hava biraz daha güzel olsaydı. Adanın etrafında güzel bir tur atılabilirdi.
Sonrasında sahili takip ederek Skepsholmen adasına geçtik.
Burasıda küçük sakin yemyeşil bir ada. Modern sanat ve Mimari müzeleri ve üniversitenin bu tarz bölümleri bulunmakta.
Öğrencilerin yaptığı çalışmalar Park'ta sergileniyordu.







Sonrasında alışveriş dükkanlarının bol olduğu ana adaya geçtik.
Yollarda gezinirken bazı binaların önünde şık giyinmiş gençlere rastladık. Meğerse ünlü barların önünde kuyruklar oluşuyormuş. İsveç'in gece hayatıyla ilgili ününü duymuştuk ama bizim pek işimiz olmadığından İsveç'e özgü bir yemekte bulamadığımızdan, güzel bir restoranda 4 peynirli pizzamızı yiyip  biraz da alışveriş yaparak günümüzü tamamladık.







Stockhom Metrosundan





5.GÜN

Bugün Stockholm'da son günümüz. Skansen'e yani açık hava müzesine gideceğiz.Yanılarak otel görevlisine Skansen'e en güzel nasıl gidilir diye sormuş bulunduk.Kadının verdiği tarifle dün bütün gün gezdiğimiz Stockholm da kaybolduk.Halbuki otelden sahile kadar yürüyüp oradan tramvaya binerek çok rahat gidebilirmişiz.

Skansen Djurgarden adasının içinde İsveç eski kültürünü yansıtan bir köy ve ayrıca hayvanat bahçesine sahip bir açık hava müzesi.



Girişte İsveç  yaşantısından örnekler veren  evlerle başladık.Evlerin içinde eski yıllara ait kıyafetleriyle bizi karşılayan insanlar vardı.Koltuklar,  piyano,kuzine soba sanki evin içinde yaşanıyor havasını veriyordu.
Aman sakın ola bir şeyi ellemeyin.Piyanonun başında oturup resim çekeceğim diye de beklemeyin.
Yaşlı teyzem fena haşlıyor:)))


Sonrasında pastanesine uğrayıp birer tatlı aldık.
Okula uğrayıp öğrencilerin oturduğu sıralarda oturup öğretmenin anlattıklarını dinledik.
Ayrıca  cam ve tahta işleri atölyelerine uğradık.

Köyün yeşil alanında bahçede oturan bir bayan örgüsünü örüyor.Bazı adamlar saman balyasını taşıyordu.
Dev bir plato köy anlayacağınız.







 


















 
 
 


Biraz daha ilerlediğimizde de doğal ortamlarında yaşayan hayvanlara rastladık.
Ayı, kurt, vaşak, domuz, ren geyiği, su samuru ve tavus kuşları....









 
Baharda güzel bir havada eminim daha zevkli olacaktır. Özellikle çocuğunuz varsa mutlaka gidin.

ve Stockholm'da  Stockholm Sendromuna yakalanmadan:)) iki günlük gezimizi bitirdik.

Tren ile bir daha Oresund köprüsünden geçerek Kopenhagen hava alanına transfer olduk.


Ve geldik gezimizin sorularına....


  • Gerçekten Danimarka ve İsveç bahsedildiği kadar pahalı mı?

  • Hangi şehir daha güzeldi? yada bizi etkiledi?

  • Bir daha gitsek hangi mevsimi ya da ayı seçeriz?

  • Gerçekten gitmeye değer mi?



Evet arkadaşlar bu ülkeler diğer Avrupa ülkelerine göre gerçekten daha pahalı. Özellikle yemek içmek.

Ben Kopenhag'ı çok beğendim. Malmö'ye  hayran oldum. Stockholm'i sevenlere  saygı duydum.

Bir daha gitsem kesin yazı Beyaz geceleri seçerdim.

Gerçekten ama gerçekten bir kaç sefer bile gitmeye değer.

Not: Gezi resimlerini düzenlerken, başka bir gezinin resmide bu resimlerin arasına karışmış. Ben de muzurluk olsun diye onu da yazıma ekledim. Bakalım hangi resim olduğunu bulabilecek misin???

Bir başka gezide buluşmak üzere....

Hoşca kalın,