26 Eylül 2016 Pazartesi

RÜYA ADASI






Size de olur mu bilmem.

Bir köyü, kasabayı, gölü yada adayı görmek isteyip de göremeyince içimde bir boşluk oluşur.
Bu boşluk bir türlü dolmaz. Ta ki orayı gidip görene kadar.

Bundan 4 sene önce Ayvalık'tan İzmir e doğru sahil şeridini takip ederek bir seyahat gerçekleştirmiştik. Dikili, Bademli, Denizköy, Çandarlı rotamızın üzerindeki güzel kasabalardı.
Bademli den Denizköy'e sahil şeridinden devam ettiğimizde karşımıza  muhteşem güzel turkuaz  bir deniz ve iki güzel ada çıktı.
Bu adalar Ege'nin Arginousai (Işıksaçan) adaları olarak bilinen Kalem adası, Garip adası ve Güvercinlik kayalarıydı.

Bu adalardan Garip adasında bir yerleşim bulunmamakta. Güvercin Kayalıklarında eski bir kilisenin  (Aya Nicola) yıkıntıları bulunmakta. Ama Kalem adasının üzerinde
uzaktan muhteşem gözüken bir otel yer alıyordu.

Sahil kısmına gelip adaya geçebilir miyiz? diye sorduğumuzda sadece otel müşterilerinin adaya geçebileceğini öğrendik.

Ve o günden itibaren bu adayı ne zaman nasıl göreceğim diye planlar yapmaya başladım.

Yıl 2016 Kurban bayramı tatili planları yapmaya başladığımda eşime sürpriz olarak Kalem adasında yer alan tek butik otel Oliviera Resort tan yer ayırttım.

Eşimin dediği gibi bu eşime bir sürpriz gibi görünse de arkasında gene benim çok gitmek istediğim bir yere seyahatti:)))

Otel ile ilgili pozitif ve negatif bir sürü yorum okumuştum. Ama her zaman gidip görerek kendi kararımı kendim vermek isterim. İyi ki de öyle yapmışım.

Sabah 11:00 gibi Ayvalık tan yola çıktık. Dikili, Bademli derken adanın karşısında yer alan
otoparka geldik. Arabamızı park ettikten sonra bizi otel görevlisi bir arkadaş ve kedisi Mahmure karşıladı.
Bu sefer otel rezervasyonumuz olduğundan,  karşı adadan tekne gelerek bizi aldı.
Tekne adaya yaklaştıkça ilk kez bir ada otele gelmenin heyecanı içindeydim.



Tekneden inince bizi çok ilgili arkadaşlar karşıladı..Çok şanslısınız. Bayram sonrası olduğundan oteldeki yoğunluk azaldı.Bir nevi otelin tek müşterileri sizlersiniz dediler.
Erken check in talebimde dikkate alınmıştı.Çok az bekleme süresinde işlemlerimiz tamamlandı.
Halbuki odamızı beklediğimiz yerde akşama kadar bekleyebilirdim.








Odamız dubleks teraslı bir suit odadaydı.Gerçekten zevkle döşenmiş, gayet kullanışlıydı.
Hemen üzerimizi değiştirip plaja attık kendimizi.

Plajda sadece iki üç aile vardı.Denizin rengi ,balıkların ahenk içinde yüzüşlerine daha fazla dayanamayarak kendimizi denizde bulduk.Çıkmak ne mümkün.Uzun bir süre deniz keyfinden sonra biraz dinlenmeye çektik kendimizi.Sahilden geçen teknelerin sesi dışında huzur verici bir ortamdaydık.



















Fazla huzur bana yaramaz..Başladım keşif yapmaya😍

Ada 480 dönümden oluşuyormuş.30 dönümü otele ait.Adanın diğer kısımında bir kaç aileye ait evler çoğu kısmı ise boş bulunmaktaymış.
Ada 1973 yılında Yüksel  Dartar tarafından satın alınmış.1975 yılında ise taş bina yani şato inşa edilmiş.Bu şato Dartar ailesinin kendi ve misafirlerinin kullanımı için yapılmış. Senelerce de bu şekilde devam etmiş.2000 yılında baba Dartar ın ölümü sonrasında bir süre boş kalmış.
Ama Dartar ailesinin çocukları adaya bir butik otel yapmaya karar vermişler.
2010 yılında otel butik otel konseptinde işletilmeye başlamış.




Otelin muhteşem zeytin ağaçları, palmiyeleri ve botanik zenginliğinin içinde dolaşırken bir köşede oturan hafif şişman pala bıyıklı bir amcaya rastladım.Bir merhabalaşıp yanından geçtim.Sonradan öğreniyorum ki tüm bu güzel bahçenin mimarı o pala bıyıklı amcaymış.Ertesi gün onu gene bahçede otururken yakalayıp hem tebrik edip hemde biraz sohbet ettim.Bizim bu begonvillerin hali ne olacak bahçıvan amca biz İstanbul'da  begonvil yetiştiremiyecek miyiz  diye dert yandım.Çok güzel tüyolar aldım.Otel restore edilirken bitkiler tek tek karşı kıyıdan taşınmış.Güzel bir düzenlemeyle otelin her köşesine serpiştirilmiş. Bahçıvan amca onlara kendi çocukları gibi  bakıyor. Öyle sanıyorum ki hiç bir çalışana güvenmeyip bizzat kendi her şey ile ilgilenmek istiyor.





















Otelin bahçesi açık hava müzesi gibi .Bergama müzesine kayıtlı eserler bahçeye yerleştirilmiş ve yerlerinden oynatılması bile yasakmış.











Beni en çok etkileyen bu üç bebek heykeli oldu. Güneş doğduğu zaman ilk bu bebeklerin yüzüne vuruyormuş. Gördüğünüz gibi gözleri kamaşıyor açamıyorlar gözlerini:)))







Oteli gezme ve fotoğraflama turunu bitirdikten sonra sahile indim..Güneş çekilmeye başlamıştı.Bizde akşam yemeği için hazırlanmaya gittik.
Odamızın duvarındaki bonsai cinsindeki küçük bitkinin kurutulmuş tablosu çok şıktı.




Terasımız ve manzarası da çok güzeldi. Bir de gün batımı eklenince terastan
ayrılmak istemedik.














Gelelim akşam yemeğine.Otel yarım pansiyon sistemiyle çalışmakta.Yani kahvaltı ve akşam yemeği otel ücretine dahil.
Garsonların güzel karşılaması sonrasında masamıza oturduk.Alakart olarak seçtiğimiz başlangıç, ana yemek, salata, meyve ve  tatlı menülerinden yemekleri sipariş etmemizin hemen sonrasında masamızda oldu.Ayrıca 6 çeşitten oluşan bir zeytinyağlı tabağı da zaten masamızda yer alıyordu.

Biz yemekleri çok beğendik.Eşimin yediği vişne soslu incik ve benim yediğim somon gayet lezzetliydi.Ayrıca yemek müziği olarak  İspanyol müzisyenler Buica ve Monica Molina nın şarkılarını seçmeleri benden bir artı puan daha aldı.

Sonrasında terasımızdan yıldızları seyredip uyumaya çekildik.Ama uyumak ne mümkün sabah 4:00 ben hala uyumamıştım.Eşim de benimle aynı durumda. Sonrasında öğrendiğimize göre adada çoğu insanı uyku tutmaz yada rüyalarla dolu bir gece geçirirlermiş.


Sabah 8:00 gibi adada güzel yürüyüşümü tamamladıktan sonra kahvaltı salonuna geçtik.
Kahvaltıda eksikler olsa da bizim için gayet yeterli ve lezizdi.



Kahvaltı sonrası deniz kenarına indik.Denizin içi bir nevi balık havuzu gibiydi.Önce girmeye çekindim.Sanki onların evine izinsiz giriyormuşum gibi hissettim.Sonrasında dayanamayıp atladım denize. Küçük büyük balık arkadaşlarımla birlikte bir süre yüzdük.





Denizin turkuaz rengi,çırpıntısız sakin duruşu ruhumuzu dinlendiriyordu.









Eşimi deniz kenarında güneşlenirken bırakıp resepsiyona Engin beyin yanına gittim.Birde onun güzel anlatımıyla adayı gezip tüm odaları ,kral dairesini tek tek gezdim..Balayı suitini kesinlikle öneriyorum:))
Son fotolarımı da çektikten sonra veda zamanı yaklaşmıştı artık.




















































Bizimle ilgilenen  arkadaşlara veda ederek karşıdan gelen tekneyle arabamıza doğru yola koyulduk.
Karşı kıyıda dolanan  Mahmure yi biraz sevdikten  sonra bu güzel ada otele veda ettik.





Şimdi gelelim klasik sorularımıza,

Nasıl gidilir?

Ne zaman gidilir?

Niçin gidilir??


Dikili tarafından Deniz köy e giderken Bademli' yi  geçtikten sonra zeytinlikler arasında Kalem adası tabelasını takip edin. Yolun sonunda otoparkı göreceksiniz.

Ne zaman gidilir kısmı çok önemli.Bizim gibi sezon sonu bir zamanı seçerseniz.Kendinizi çok özel ve cennete gelmiş gibi hissedebilirsiniz.

Biz adayı, oteli ve çalışanlarını çok beğendik. Size de tavsiye ediyoruz.

Sürcü lisan ettiysek affola....

Hoşça kalın,








6 Eylül 2016 Salı

HULYAM'A YOLCULUK İSKOÇYA





Gayda çalan kareli etekli adamlar.

İçinde hayaletlerin yaşadığı  büyük şatolar.

Cesur Yürek filmi William Wallace

Dediğimde ne gelir aklınıza???

Evet bildiniz İskoçya








Yıl 2001  Şubat ayı çok heyecanlıyım. Oğlumla birlikte ilk yurt dışı seyahatimiz olan İskoçya'ya seyahat edeceğiz.
Seyahat tutkunu biri olarak bu gezi benim için iki anlamda önemliydi. Hem yeni bir ülkeye, hem de üniversite de tanışıp sonrasında kardeşim gibi çok sevdiğim bir dostum ve arkadaşım olan Hülya'ma seyahat ediyordum.
Klm ile önce Amsterdam sonrasında Edinburg a seyahat edecektik.

Uçak fobimin olması bile, beni bu geziden vazgeçiremedi. Uçak fobin var ama nasıl  seyahat edebiliyorsun? Diyenleri duyar gibiyim.

Geze geze yendim işte:))

Oğlum hemen cam kenarını kapmıştı. Camdan dışarı bakıp bulutlara bak anne. Şuraya baksana anne deyip duruyor. Ben de ona uçak korkumdan bahsetmek istemiyordum.

Yanımıza çok tatlı bir bayan oturdu. Üç saatlik yolculuk boyunca sohbetiyle beni çok rahatlattı.
Tabii ki inişte,  gözlerimi kapayıp, koltuğu koparacak gibi sıkmama engel olamadı.

Önce Amsterdam ve sonrasında Edinburgdayız.
Hava alanında arkadaşım kızı Mısra ile  beni karşılamaya gelmiş.
Mutlu mesut bir şekilde evimize doğru yola çıktık.

Hülya mın tek katlı bahçe içinde çok şirin bir evi vardı.
Oğlum Berkay 7 Mısra ise 4 yaşında.
Çocuklar birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlar.

Şubat ayı hava bayağı soğuk. Ve buranın meşhur yağmurları da devamlı yağmakta.
Tabii  biz evde durur muyuz. Aldık çocukları başladık Edinburg u  gezmeye.
Hülyanın evinin olduğu cadde yani Milton caddesi tek katlı çok güzel evlerle dolu.
Öncelikle Mısra'yı kreşine bıraktık.
Sonrasında otobüse binerek Edinburg'un merkezine geldik.





Edinburg un en ünlü caddesi Princess Street ve  Edinburg kalesi ve etraftaki tarihi binalar beni büyülüyor.

Ertesi gün havanın soğuk ve yağmurlu olmasına  aldırış etmeyip. Trenle Glaskow a geçiyoruz.
Trenle Edinburg Glaskow arası 1.5  saat civarı.
Edinburg İzmir ise Glaskow Ankara diyebilirim.

Edinburg a göre çok daha kalabalık.
Her tarafta iş yerleri büyük binalar alışveriş merkezleri bulunmakta.
Şahsen Edinburg dan sonra bana çok da güzel gelmedi diyebilirim.

Sonrasında çocukları Deep See World denilen eğlence merkezine götürdük. O yıllar daha ülkemizde
bu kadar büyük akvaryumlar yok. Çocuklar çok eğleniyorlar.

Sonrasında evde, yollarda çok eğlenceli vakit geçirerek zamanımızı doldurduk.
Bir hafta dediğin çabucak bitiverdi.










Bol bol Walkers yani İskoçların meşhur tereyağlı bisküvilerin den, şeker, çikolata ile bavulumu doldurdum.

Dönüş yolculuğu biraz maceralı geçti..Ne yazık ki uçağı kaçırdık:)) 5 saat Edinburg havaalanı 7 saat Schipol hava alanında bekleyerek evimize varabildik.


Sabah 6:30 dan saat 9:00 a kadar Mc Donalds'ın açılmasını bekleyen oğlumun mutlu sonu.







Yıl 2014 aylardan Ekim ben tekrar İskoçya'dayım.

Bu sefer ki üç günlük kısa ve tek başına bir seyahat.Çocukların biri 17 diğeri 20 yaşında. Mısram ın Amerika seyahatinden dolayı arkadaşımla baş başayız.
Hulya'cığım Edinburgda ki evini satarak Dunfermline de yeni dubleks bir ev satın almış. Çok şirin
yan yana villalardan oluşan, yeni bir yerleşim yeri.












Dunfermline ile Edinburg arası 30 dakikalık mesafede. Meşhur Edinburg köprüsünden geçtiğiniz zaman sanki boğazın Anadolu yakasına geçmiş gibi oluyorsun.




İlk günümüzde arkadaşım beni şehrin dışındaki Kinross adlı çok güzel bir yere götürdü.








Evet aşağıda gördüğünüz klasik İskoç kahvaltısı.


















Arkadaşımın evinin yakınındaki park. Bu park ile ilgili anımı anlatacağım şimdi size.

Sabah yürüyüşüne çıktığımda bu güzel parkı görmüş. İçinde biraz dolaşmıştım. Sonrasında
bu parkın  ne kadar önemli olduğunu anlayacaktım.

Eve dönmeden son günümde Edinburg un içinde biraz alışveriş yapmak istedim. Arkadaşımın işi olduğundan Dunfermline dan Edinburga trenle geçecektim.
Arkadaşımın evi tren istasyonuna uzak olduğundan beni araba ile oraya bıraktı. Dönüşte de haber verirsin seni alırım demişti.
Ben de Edinburg da 3 4 saat dolaştıktan sonra eve dönmeye karar verdim.
O sıralar telefonum yurt dışına ne yazık ki açık değil di. Biz internet yoluyla haberleşiyorduk.
Tren istasyonunda Wi fi olduğundan arkadaşıma ben şu tren ile geliyorum diye mesaj atıp trene bindim.
Trenden indiğimde mesajımın ulaşmadığını fark ettim:((  İstasyon zaten küçücük. İnsanlar iner inmez arabalarına binerek oradan uzaklaştılar. Ben orada kalakaldım. Ne bir şey soracak kimse ne de bir ev görünüyordu yakınlarda.
5 10 dakika sessiz in cin top oynayan istasyonda bekledim. Birisi gelse ne olacak. Nereye gideceğimi bilmiyorum ki. Ev adresi bir şey yok ki elimde.
Sonra bir çöp kamyonu yanaştı yanıma. O anda aklıma sabah gittiğim park geldi. Duloch park.
En azından onu bulursam. Evi bulma imkanım vardı.

Duloch park nerededir diye sorduğumda öncelikle telaffuzumdan bir şey anlamadılar. Biraz detaya girince neyse ki anladılar. Ama uzaklardaki bir bölgeyi göstererek şu taraflarda bir yerlerde dediler.
Gözümü karartıp başkada çarem olmadığımdan o bölgeye doğru yürümeye  başladım.
Nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum. Site gibi küçük evlerin arasına ulaşmıştım. Evlerin önünde bir insan olmaz mı ya. İnsan bir camdan bakar. Bir çocuk sesi duyulur .Yok öyle bir şey. Bir market bir bakkal nerdeee.
Sonrasında bir arabaya el yapıp durdurdum. Tekrar parkı sordum. Yaklaşık 40 dakikadır yürüyordum.
Ama doğru tarafa doğrumu yürüyorum bilmiyordum. Neyse ki doğru tarafmış.Bir saatin sonunda parkı bulduğumda ki sevincimi anlatamam.
Buradan sonrası kolaydı.
Bu sırada arkadaşımda evde merakla beni bekliyor. Kapıyı çaldığımda beni karşısında görünce şok oldu. Sen nasıl geldin evi nasıl buldun.
 Sora sora Bağdat bile bulunur demişler ama soracak insan bulabilirsen tabii:))
Sonrasında bu park benim parkım oldu.Duloşum(Duloch)  benim:))


Bence rotanızı en yakın bir zamanda İskoçya özellikle Edinburga  çevirip bu    yemyeşil,ortaçağ şehrini keşfedin.

Bu gidişimde Aberdeene  gitme fırsatı da buldum. Ama Edinburgun yerini hiç tutamadı:)))

Sizi Edinburg resimleriyle baş başa bırakıyorum.

































Klasik sorularımızı sormadan geçmeyelim.
 
Ne zaman gidilir?
 
Nasıl gidilir?
 
Neden gidilir?
 
Bence bir bahar ayında Nisan, Mayıs gibi THY nin direkt Edinburg uçuşuyla gidip tarihin içinde kaybolun.
 
 
 
Sağlıcakla kalın,