16 Mayıs 2017 Salı

YAKINIMIZDAKİ GÜZEL KAPILAR






Renkli renkli,çeşit çeşit kapılar bize dünyanın güzelliklerini açarlar.

Bildiğimiz, gördüğümüz dışında bir de ilk kez açtığımız kapılar vardır ki onlar bize daha bir heyecan ve tutku verir.

İşte hiç gitmediğim, görmediğim her yeni yer benim için ilk kez açılacak bir kapıdır.

O kapının arkasındaki güzellikleri paylaşmak ise yaşamak kadar güzel.

Günün çoğu saatini  işte geçiren çalışanların  en büyük hayali ise tatildir.

Yazın gelmesini özlemle bekleriz değil mi?

Bir de benim gibi yeni yıl takvimi çıktığında, bayram günlerinin hafta içi hangi günlere geldiğini takip edenler vardır.

Hey bu sene 1 Mayıs pazartesiye  geliyor. Üç gün tatil. Nereye gidiyoruz?
Önceden de plan yapamadık.Uçak bileti fiyatları aldı başını gitti.

Bu konuşmaları kendi aramızda yaparken, aklıma yarı memleketim Ayvalığa gitmek geldi.
Hemen kafada plan program oluşuverdi.
Dört Bayan Gezginci gidecek bir kapı bulmuştu.

Emeklilik tarihini iki ay öncesine çekmem ile üç güne sıkışan tatilimiz, oh bir rahatladı kendine geldi:))

Zamanımızın bol olması sebebiyle, çok erkenden çıkmayalım cumartesi sabah 10.00 gibi buluşalım dedik.
Ama bilmiyorduk ki tüm İstanbul boşalmış tatile gidiyor.

İstanbul dan çıkmamız bir kaç saatimizi aldı.Nihayet Osmangazi köprüsü son çıkışından çıktıktan bir süre sonra küçük bir tabela  bizi ilk durağımız GÖLYAZI'ya ulaştırdı.

Yıllarca bir çok kez önünden geçtiğimiz ama  varlığını ancak bir kaç sene önce keşfedebildiğim bir yer burası.

Marmara Bölgesinin önemli göllerinden biri Uluabat gölü üzerinde yer alan tarihi milattan öncelere dayanan bir Rum köyü. Eski adıyla Apolyont.

Yunanistan'a yaptığım bir gezide rehberimiz kurtuluş savaşı sonrası  Gölyazı'dan  kaçan Rumların Yunanistan'da göl kenarında bir köy kurarak buraya Apolyont adını verdiklerini anlatmıştı.
Onlardan kalan evlerde, Yunanistan'dan gelen Türklere verilmiş.Rumlar halen gelip atalarının evlerini ziyaret ederlermiş.

Gölyazı'ya yaklaşırken uzaktan bir sürü arabanın tepede park etmiş olduklarını gördük.Yok canım hepsi Gölyazıya gezmeye gelmemiştir.Belki araba pazarı kurulmuştur oraya diye esprileştik ama hafta sonu olması sebebiyle, gerçekten yakın uzak çevrelerden herkes Gölyazı'ya gelmiş.
Tabii  küçücük köy bu kadar araç trafiğini kaldıramayacağı için bizde herkes gibi arabamızı park edip.Belediyenin tahsis ettiği otobüslerle köye ulaştık.

Köyün girişinde köylü teyzeler yaptıkları pişileri satıyordu.Karşımıza ilk Rum kilisesi çıktı.Kültür merkezine dönüştürülecek olan  kilisenin  içinde ve dışında tadilat yapıldığı her halinden belliydi.
Burada çok oyalanmadan yolumuza devam ettik.Ve karşımıza ulu bir çınar ağacı çıktı.Ağacın yaşını tahmin etmeye çalıştım 450- 500 yaşındadır dedim ama yanılmışım Çınar ağacı tam 745 yaşında.



Etrafında bir tur atıp köprüden karşıya geçerek küçük adacığa ulaştık.
Trafikten ve yoldan bunalmış olduğumuzdan biraz dinlenmek için köyün çay bahçesinde çay molası verdik.
Sonrasında  adayı turlamaya devam ettik.



































Çok çok beğendiğimiz bu  köyden biraz üzülerek ayrılıyoruz.Bu kadar güzel cennet bir köşe niye bu kadar bakımsız ve pis diye.Adanın arka tarafındaki kayıkların çekildiği yerlerde kanalizasyon göle akıyor.
Bu gölün Avrupada'ki bir çok güzel gölden ne farkı var.Belki de daha güzeli ama biz ne yazık ki bakmasını, tutmasını bilemiyoruz.

Balıkesir Edremit yolu arası tadilat bitmiş.Yollar altımızda kayıyor sanki.
Ve Edremite varıyoruz.Bundan sonrası Burhaniye, Ören, Pelitköy, Karaağaç ve Gömeç.
Gömeç'in girişinde yazan yazıyı okumadan ve Atatürk siluetini görmeden buradan geçemeyiz.

Gömeç merkeze varmadan sol tarafınıza dağlara baktığınızda Atamın yüzünü dağlarda görebilirsiniz.Bu Gömeçliler için bir gurur kaynağı.
Hele girişteki o tabela
Gömeçe hoşgeldiniz. Bugün misafirimizsiniz.Yarın  GÖMEÇLİSİNİZ
Ege insanının misafirperverliğine bir örnek.

Ve artık güneş batmış hava karamaya başlarken Ayvalığa giriş yapıyoruz.Önce manzara tepesi ve sonrasında Şeytan sofrası ile buraya her geldiğimde yaşadığım o huzur.
Ve son durak Badavut'a evimize varış.







2.GÜN

Badavut bundan 10 sene öncesinde adını sanını duymadığım bir yer di. Şimdi ise arkadaşlarımız Mehtap ve Özcan sayesinde keşfettiğimiz ve ev sahibi olduğumuz sığınağımız.

Belki aranızda bilmeyenler olur diye biraz tanıtayım.Ayvalık sahil yolundan gelirken Şeytan sofrası ayrımını geçtikten Sarımsaklı garajına gelmeden önceki Badavut yazan küçük tabela sizi üç beş km sonra buraya ulaştırıyor.
Arkasını  Şeytan sofrası ve çam ve zeytin ağaçlarına vermiş önü çok güzel bir denize ve Midili adası manzarasına sahip küçük şirin bir kasaba.

Aman çok methetmeyeyim.Gerçi yıllar geçtikçe herkes öğrendi.Yazın hafta sonları plajda iğne atsan yere düşmüyor.

Sabah erkenden kalkıp, evi hızlıca temizleyip, kahvaltımızı yapıp yola çıkıyoruz.
Bizim bugünkü rotamız Kaz dağları.

Akçay, Güre, Atınoluk, Küçükkuyu derken gelmişken Assosu da özlemişiz bir görelim diyerek direksiyonu o taraf kırıyoruz.Önce Behramkale ye çıkıyoruz.Daha önce bir çok kez kaleyi gezdiğimizden havasını bir koklayıp aşağıya sahile iniyoruz.Ama hala gelmeyip Kaleyi görmediyseniz.Bu yaz zaman ayırın ve muhteşem manzarayı ve tarihi keşfedin.
Sahilde biraz zaman geçirip yolumuza koyuluyoruz.















İstikamet Yeşilyurt köyü
Bundan yıllar önce adını Çetmi han ve Manici Kasrı butik otelleriyle duyduğumuz ve hep konaklamayı düşünüp bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir köy burası.
Küçükkuyu yu bitirdikten sonra sağda Yeşilyurt 2 km yazan tabelayı takip ettiğinizde buraya ulaşıyorsunuz.
Burası da dar sokakları ve taş yapılarıyla Cundayı andıran çok güzel eski bir Rum köyü.

Eskiden geldiğimde daha bakir gördüğüm köy şimdilerde yenilenmiş evleri ve kafeleriyle turistlik bir mekana bürümüş.























Yeşilyurda veda edip Zeus Altarına doğru yola çıkıyoruz.Arabayı Adatepe köyünün girişine park ettikten sonra zeytin ve çam ağaçları arasında 700 800 mt lik bir yürüyüş sonrasında tepeye varabiliyoruz.
Oksijeni damarlarımda hissettim denir ya tamda öyle bir yer.Bebekleriyle, küçücük çocuklarıyla buraya gelip tepeye tırmananları görüp  takdir ettim vallahi.
Ve yolda hayal ettiğim gibi tüm Edremit Körfezi ayaklarımızın altında.Muhteşem bir manzara.
Altar yani sunak Mitolojiye göre Zeusun yaşadığı ve Truva savaşlarını izlediği yer.
Burada adaklar dilenip, kurbanlar kesilirmiş.
Şu anda da çapul bulamayanların naylonu, peçeteyi kesip ağaca bağlayıp dilek diledikleri bir yer:))








Çok vaktimiz  kalmadığından Adatepe köyünde bir tur atıp Cunda ya doğru yola koyulduk.
Ama şöyle söyleyeyim burası da doğası ve konumuyla Kaz dağlarının eteklerine kurulmuş harika bir köy.








Ve Cundadayız. Akşam arkadaşımızın doğum günü kutlayacağız.
Moshos Taverna yunan ezgileriyle, mezeleri ile sevdiğimiz bir yer.
Bu güzel günü eğlence ile kapatıyoruz.

3.gün

Bu sabah kahvaltımızı Kozak yaylasında yapacağız.Burası neresi mi? Ayvalıktan başlayıp Bergama ya 
kadar uzanan fıstık çamı ormanıyla kaplı bir yayla.Toplam çam fıstığı ihtiyacının  %80 i bu bölgeden sağlanıyormuş.
İlk karşımıza Okçular köyü tabelası çıkıyor.7 km bir şey değil bir bakalım diyoruz ama yanılıyoruz.Köy yolu felaket.Çukurlardan kaçalım arabanın altını sürtmeyelim derken bayağı bir yoruluyoruz.
Köye geldiğimizde de sapık bakışlı bir abi bu dört bayan burada ne yapıyor bakışı atınca hiç durmadan yola devam ediyoruz:)
Fakat köyün bulunduğu bölgeye hayran kalıyoruz.Bu bölge bir başkalaşıma bir doğa olayına maruz kalmış. Her yer kocaman dev gibi taşlarla kaplı.Bir tane iki tane değil yüzlerce taş sanki gökten yağmış gibi.





Ayrıca burası granit taş yapısına sahip bir bölge.Bir çok yerde taş çıkarma ve işleme yerleri var.
Açıkmış bir şekilde kahvaltı edebileceğimiz bir yer ararken bir ümit gittiğimiz yerde
sezonu açmadığı için yaylada kahvaltı ve  Bergama tarafından vazgeçip Dikili'ye yöneliyoruz.
Dikiliye 10 km kala bir tabela bizi çok özel ve güzel bir yere götürüyor.
Aşıklar Şelalesi
Ana yoldan bir kaç km sonra Aşıklar Şelalesinin giriş kapısına ulaşıyoruz.Kapıda araba girişi için 10 TL alıyorlar. Eğer restoranda yemek yerseniz bu parayı yemekten düşüyorlar.
Girişteki yazıyı görünce de ne ile karşılaşacağız diye merak ediyoruz.





Restorana girdiğimizde kahvaltı yapacağımızı söyleyince bizi ağaçların altındaki tahta merdivenlerin başına konulmuş ufak masaların bulunduğu yere getiriyorlar .Burası çok şirin bir yer.
Köy kahvaltısı ve menemenleri gayet lezzetli ve fiyatları da uygun. Kahvaltımız bitince merdivenlerden inerek şelalelenin bulunduğu yere geliyoruz.Suyun sesi ve serinliği çok iyi geliyor.
Bir kaç artistlik fotoğraf çekip yolumuza çıkıyoruz.











Çıkışta kapıda görevli amca tarafından sorguya çekiliyoruz.Şelaleleri, mağaraları gördünüz mü diye.
Tek bir şelale gördük deyince" olmaz ki ne diye geldiniz hiç bir şey görmeden gidiyonuz"
Buralı amcamız eski bir öğretmen emeklisiymiş. Tekrar geleceğimiz ve oraları göreceğimiz sözünü vererek oradan ayrılıyoruz.
Bir kahvaltı mekanı diye geldiğimiz yer meğerse bir tabiat harikasıymış.

Ana yola çıkıp Dikili sapağından girip Bademliye doğru yöneliyoruz.Denize girebiliriz ümidiyle Bademlideki güzel plajımıza yöneliyoruz.Ama ne yazık ki sezon açılışı yapılmamış. Mekan tadilatta.

Oradan çıkıp yolumuza devam edip önce Kalem adasının karşısına sonrada Denizköy e kadar iniyoruz. Burada da pek bir deniz havası olmadığından bu hevesimizi yarına bırakıyoruz.Ve dönüşe geçiyoruz.









4.Gün


Bu sabah da kahvaltımızı Küçükköy de yapacağız. Köy meydanındaki Boşnak börekçisinden sıcacık böreklerimizi alıp köyün meydanındaki kır kahvesinde çaylarımız içtik.

Ben yemedim tabii ki:(((   Glutensiz beslenme de nedir ya:))

Küçükköy(Yeniçarohi) Fatih Sultan Mehmet zamanında yeniçerilerin Midilliye sahip çıkmak için obalarını kurdukları köymüş.Sonrasında buraya yerleşen Rumlar buraya Yeniçarohi adını vermişler.
Mübadeleden sonra Rumlarda boşalan yerlerde Boşnaklar yerleşmiş.Köyün büyük çoğunluğu Boşnak ailelerden oluşmakta.
Bir kaç sene öncesine kadar bakımsız değersiz taş evler bir çok sanatseverin burayı gelip sanat evleri açması sebebiyle değerlenmiş.Şu anda bir çok taş ev tadilatta.Festivaller düzenleniyor.
Umarız sanat adına güzel şeyler yapılırken köyün doğal dokusu bozulmaz.










2 Mayıs  2017 hava sıcaklığı 27 derece Ayvalıktayız. Eee denize girelim o zaman.
Cunda adasına Patricia Plajına  yaklaştıkça heyecanımız gitgide artıyordu.Ve evet tesis açık denizde dupduru önümüzdeydi.
Sıcak,soğuk demeden kendimizi güzel sularda buluyoruz.
İtiraf edeyim deniz soğuk.Ama bu mevsimde hele Ayvalık ta sıcak deniz beklemekte ayıp olur.
Tüm gezilerin yorgunluğu iskele de güneşlenirken atılıyor.










Ayvalığın çevresini fethettik ama çarşısını gezmeden olur mu?
Ayvalığa ilk geldiğim senelerde Rumlardan kalan tüm taş evler harap ve bakımsızdı.
Çoğunda kimseler oturmuyordu.Şimdilerde buraya da bir İstanbullu akını olduğundan çoğu evler tadilata, bakıma alınmış.Denizin paralelindeki pazarın da kurulduğu sokak artık rengarenk bakımlı taş ev ve otellerle dolmuş.
Mor salkım da çay içip sakızlı kurabiye yemeden buradan dönülmez sanırım.

























Ve gezimizin sonuna geldik.

Yepyeni güzel kapıları aralamak ve paylaşmak dileğiyle....

Hoşcakalın,