25 Ekim 2016 Salı

KATPATUKA








Bu gezi anımızı yazmaya başlamadan önce  sizi 1980 li yıllara Çağdaş ve Atatürkçü genç kızların yetiştiği  Kandilli Kız Lisesi'ne götürüyorum.

İstanbul'un ve Anadolu'nun çeşitli köşelerinden gelmiş hala ana kokusu taşıyan kızlar ilk adımlarını
bu güzel liseye atar.. İlk heyecanlar, İlk aşklar, ilk hayal kırıklıkları ve ilk mutluluklar burada yaşanır.

1985 yılı gelir ve hayat her birini bir tarafa savurur.

İkili üçlü görüşmeler yıllar geçtikçe azalmaya başlasa da o günler anılar hiç bir zaman unutulmaz.

Ve  bir gün Mark Zukerberg adlı bir adam çıkar ve bir sosyal paylaşım ağı kurar. Önce herkes yakın zamanda tanıdığı arkadaşlarını bulup yazışmaya başlar. Sonrasında eski arkadaşlar birer birer ortaya çıkar.

Seneler sonra ki ilk buluşmalar, sonrasında sık sık görüşmeler çok heyecan vericidir.

Yeni arkadaşların hiç birinin bu arkadaşların yerini tutmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelinir.

Ve günümüze gelindiğinde şehir içi organizasyonları, kahvaltılar, yemekler düzenlenir.
Bu yemeklerin birinde 'Esra  bizi Kapadokya' ya götür diyoruz. İşte bizim Kapadokya  maceramız bu şekilde  başlıyor.


Katpatuka yani Güzel atlar diyarı. Tanrının bize bahşettiği en güzel cennet köşelerden biri.

Erciyes'in ve Hasan dağın yıllarca püskürttüğü lavlar sonrasında oluşan tüf tabakasını doğal koşullar rüzgar, kar, yağmur  aşındırması sonucu ortaya çıktığı tahmin ediliyor.
Öncelikle Hititlerin hakimiyetinde kalan yöre sonrasında Bizanslılar ve Hristiyanlığın yayılmasında bir merkez olarak kullanılmış.
Çok yumuşak işlenmeye müsait dokusu nedeniyle içleri birer sığınak olarak kullanılmış.. Görüntüleri ve rüzgar estiğinde çıkardıkları sesler sebebiyle halk dilinde Peri bacaları olarak anılmaya başlanmış.

Her ne kadar arkadaşımız Bahar'a  bütün bunları inandıramasak ta:)) 
Kısaca uzaylılar gelmiş ve böyle bir yer oluşturmuşlar sonra da çekip gitmişler  de diyebiliriz:))

Dolu dolu iki gün iki gece Kapadokya maceramızı dinlemeye hazır mıyız??

Görüşmelerimizde en çok zorlandığımız tarih ve yer belirleme  kısmında bu sefer şanslıyız.
 Yerimiz belli. Nevşehir'e gidiyoruz. Ve bu bölgenin rehberliğini yıllarca hem de İspanyol turistlere yapmış bir arkadaşımız Esra'nın rehberliğinde.

Ama cuma mı? cumartesi mi? gideceğimizde bir türlü uyuşamıyoruz. Hiç sorun etmeyip eşini, işini, kardeşini, annesini, çocuğunu cuma gecesi bırakamayanlar grubu ( cumartesi grubu) ve Cuma grubu diye iki gruba ayrılıyoruz.

Uçak biletleri iki ay öncesinden alınıyor da nasıl geçecek bu günler.
Derken o gün gelip çatıyor. Herkeste inanılmaz bir heyecan. Dünyanın her bir köşesini gezmiş görmüş tipler sanırsınız ilk  kez tatile çıkıyor.
Ama bu heyecan gerçekten farklı bir heyecan. Çünkü bu gezi çocukluk, genç kızlık arkadaşlarıyla yapılan bir gezi .Bir nevi okul gezisi:))

Bu arada Niğde den, Ankara'dan, Antalya'dan, Fethiye'den, Çorlu ve Sinop'tan arkadaşlarımız da yola çıktılar bile.

Cuma gecesi Nevşehir Uçhisar Kandil Otel e ilk misafirler gelmeye başlıyor. İlk misafir en yakın yerden Niğde'den gelen arkadaşımız Filiz. Sonrasında İstanbul'dan Ankara'dan diğer arkadaşlarımız birer birer bu diyarda oluyor.

Cuma gecesi neler mi oldu. Ben  orada olmadığımdan bunu size Filiz arkadaşımız anlatıyor.
Dinleyelim bakalım:))

"Ve sonunda 21 Ekim 2016 cuma günü....

Anlatılmaz bir heyecan bu..

Farklı farklı şehirlerden kimimiz uçakla, kimimiz otobüsle, kimimiz kendi arabasıyla Nevşehir'e ulaştık. Otelimizin önüne geldiğimizde bizi karşılayan muhteşem bir "KKL 85 KIZLARI" pankartı
heyecanımızı katladı.



Toplandıkça birbirimizi sıkı sıkı kucakladıkça hiç ayrılmamışız gibi kaldığımız yerden yeniden başladık. Otel sahibimizin  bizim için hazırladığı muhteşem sofra, mangal ve müzik ziyafeti keyfimize keyif kattı.
Şarkılar türküler söylerken her fırsatta birbirimize sarılmamız kucaklaşmamız özlemimizin büyük olduğunu gösteriyordu.
Geçmişten anılar döküldü her birimizden ayrı ayrı, kimi tatlı kimi acı....



Kapadokya belki de bugüne kadar hiç bu kadar içten kahkahalar duymamıştı.
Saatler gece yarısını bulduğunda hiç birimiz uyumak istemiyorduk aslında. Sanki uyursak bu rüya bitecek gibi geliyordu.
Fakat biraz yol yorgunluğu, yılar sonra tekrar birlikte olmanın sarhoşluğu ertesi sabah aramıza katılacak olan arkadaşlarımıza kavuşma heyecanı ve eksiklerimizin özlemiyle odalarımıza çekildik.

Belki de hayatımızdaki en mutlu, en huzurlu uykuya dalmak üzere..."

CUMARTESİ


Ve cumartesi grubu kızları hava alalında buluşup güle oynaya Nevşehir'e uçtu.
Dışarıda bekleyen servisimize giderken gördüğüm tabloyu Semra arkadaşımız çok güzel özetlemiş.

"Havaalanından çıkışa yürürken  isim, tur veya otel adı yazılı dövizleriyle  misafirlerini karşılayan kişileri görünce 'hiç böyle karşılanacak mıyım' diye düşünürdüm. Sonra gördüğüm karşısında dondum kaldım. Elinde KKL 1985 yazan bir tabelayla bizi bekleyen bir bey gözlerimizi doldurdu. Vip Mercedes minibüsle otele aktarma yapmamız kendimizi özel hissettirdi.İşte bu kadar ince düşünülmüş  bir gezi böyle  başladı."

Otele gelebilmek için yolların bir an önce bitmesini bekledik. Ve mutlu son.
Arkadaşlarımız otelde bizi bekliyorlardı. Sarılma, öpüşme merasiminden sonra hep beraber otel müdüremiz  Hatice'nin hazırladığı güzel kahvaltımızı yedik.

Ve saat 10:00  yöre gezilerimiz başlasın.

Gezimizin  ilk durağı Derinkuyu.

Derinkuyu bu bölgenin en büyük yer altı şehirlerinden biri. Sekiz kattan oluşuyor. Biz sadece  iki üç katını gezebildik sanırım. Zamanında barbarların ve Arapların zulmünden  kaçmak için kullanılmış ve içinde mutfak, dua odaları, tuvalet, ahır gibi odaları barındırıyor. Bazı yerlerden geçerken biz uzun boyluların emeklemek zorunda kaldığı ama bir o kadar keyifle, gülerek, kahkaha ile gezdiğimiz bir yer.
Herkesin burada pigmeler mi yaşıyordu? nasıl bu kadar küçük ve dar?  sorusuna Esra arkadaşımız
"burası sadece saklanmak için kullanılan geçici ve kısa süreli konaklama yeri" diyerek noktayı koyuyor.











Giriş ücreti 25 TL  Biz diğer müzelere de gideceğimizden 1 yıllık Müze kartı  (40 TL) aldık. Daha avantajlı oldu.
Yeraltı şehrinden çıktıktan sonra olmazsa olmazımız.  Türk kahvesi ve foto molamızı verdikten sonra yola devam.




 .

 İkinci durağımız Karlık. Uç hisar kalesinin en güzel görüldüğü yer de diyebiliriz. Uç hisar kalesi gelen gidenin izlenmesi için  tüm vadiye hakim bir yerde kurulmuş. Bu yöreye yaptığım ilk ziyaretim de kaleye çıkma fırsatım olmuştu. Manzara muhteşemdi. Ama son dönemde yaşanan ölümlü bir kaza sonrasında kaleye çıkışlar yasaklanmış. Biz de bu güzel kaleye uzaktan bakabildik.
 
 












Ve Avcılar seyir tepesi. Göreme bölgesinin en güzel göründüğü ve ilk kez gördüğümde böyle bir yer nasıl olabilir dediğim yer .Bir vadi düşünün içinde  her biri birbirinden farklı yüzlerce peri bacası oluşumu var. Siz tepeden bu manzaraya hakimsiniz.


 












Ve sırada gene Kapadokya'nın en güzel bölgelerinden biri olan  Paşabağları...






























Paşa bağlarından sonra  Avanos girişindeki Çanak çömlek atölyesinde geldik.
Atölye de çanak yapımını gösteren arkadaş gönüllü olarak Şaziye arkadaşımıza çömlek yapımını gösterdi. Çok keyifli:)) bir çalışmaydı.



Ve günün en önemli aktivitesi ATV turu yapacağımız yere geldik.
Burada önce bize birer kask ve içine giymek için bone verdiler. Hepimiz kaslarımızı takıp,
(bu arada kaskların içinden boneler görünüyor ya insan söylemez mi:))))
eşlerimizi ve ATV lerimizi seçtikten sonra grup liderimiz eşliğinde yola çıktık.
ATV kullanmak hele böyle güzel bir vadide  inanın çok zevkliydi.

 
 
 
 






Gün batımı yaklaştığı sırada çok güzel bir yerde mola verdik.






Grup liderimizin "haydi zıplayın fotonuzu çekiyorum' demesiyle çocuklar gibi zıplamışız.




Dönüşte her tarafımız toz toprak olmuş bir şekilde otele döneceğimiz zannederken. Görevli arkadaşlardan birinin hava kompresörünü eline alarak üzerimizdeki tüm tozu toprağı temizlemesi de ayrı bir güzeldi:))))


Evet artık otelimize dönüyoruz. Akşam Türk gecesine gideceğiz.

Saat 20:00 gibi herkes giyinmiş süslenmiş bir şekilde servis otobüsümüze bindik.
Gecenin yapılacağı mekan çok iyi restore edilmişti. Beş adet oda ve kat kat masa yerleşimi ortadaki sahneyi herkesin eşit olarak görmesini sağlıyordu.
Kızlı erkekli folklor grubunun  ve Türk lokumu dansözümüzün dansı da çok başarılıydı.
Bu yöreye özgü testi kebabımız da önümüzde kırılıp servis edildi.




Gece 24:00 e kadar eğlence doruktan hiç inmedi.
Yarın balon için erken kalkacağımızda eğlenceyi ayarında bırakıp otelimize geri döndük.


PAZAR


Sabah gün ağarmadan saat 4:45 gibi uyandık. Sıkı sıkı giyinip otelin önünde buluştuk. Bugün balona bineceğiz. Çok mu çok heyecanlıyız. Kaya Balon firmasından bir minibüs gelerek bizleri aldı. Toplanma yerine geldiğimizde poğaça ve çay ikramı yapıldı. Ve tekrar minibüslere binerek balonların bulunduğu yere geldik.
Burası bir nevi balon tarlasıydı. Dev balonlar uçmak için hazırlanıyordu .Gözümüz korkmadı desem yalan olur. Biz şimdi bunlara binip uçacak mıyız??
Evet vakit geldi:) Balonun iki tarafındaki heybelere birer birer  yerleştik. KKL 85 pankartımızda balona takıldıktan sonra uçmaya hazırdık.
Birbirimizle sohbet ederken aşağıya baktığımda çoktan havalanmış olduğumuzu fark ettim.
Balonumuzu uçuran kişi yıllardır bir çok kişiye balon uçuş eğitimi vermiş biri Nejat Bey.
Yani tecrübeli bir kişinin eşliğinde havada süzülüyoruz.
Daha önce Balona  binmemiş kişilere biraz bilgi verelim. Kalkarken hiç sarsmıyor. Hava da ise uçtuğunun farkında bile olmuyorsun.
İnsan her kareyi fotoğraflamak istiyor. Bir ara fotoğraf çekmekten manzaranın keyfine varamadığımızı fark edip, gün doğumunun güzelliğine bıraktık kendimizi.



















Balon dan çekilen bence en güzel kare.



Gelelim balonun iniş macerasına. Hep bunu merak  ediyordum zaten. Uçmak kolay da inişe nasıl
geçiliyor. Allahtan hocaların hocası Nejat kardeşimiz ineceği yeri güzelce seçiyor. Aşağıdaki arkadaşları organize edip onlara halatı attığında hiç sarsılmadan hop kuş gibi yere iniveriyoruz.
Aşağıda bizi bekleyen bir sürpriz var. Bizler için Şampanya ve uçuş sertifikaları hazırlanmış.
Toplu resmimizi de çekip otelimize geri dönüyoruz.




Güzel bir kahvaltı ve sonra saat 9:00 da  bugünkü çevre gezileri için yola çıktık.

İlk durağımız Göreme Açık hava müzesi.

Burası Hristiyanlığın öğretilmesi ve yayılması için bir nevi kampüs şeklinde kullanılmış. Büyük kaya blokları oyularak  yemekhane, rahipler ve rahibelerin eğitim görmesi için manastırlar ve küçük kiliseler yapılmış. Bu kiliselere içlerindeki duvarlara çizilen figürler göre sonradan isimler verilmiş. Elmalı kilise ,Yılanlı kilise gibi. Kiliselerin içinde foto çekmek ve hatta konuşmak bile yasak. 4.yüzyıl döneminden kaldığı bilinen bu kiliselerdeki çizimlerin bozulmayıp bizden sonrakilere de aktarılması için ses titreşimlerinin bile önemi büyükmüş.
Burası o kadar büyük bir alana (87.000 m2) sahip ki:)) Yarım gününüzü bu açık hava müzesine ayırabilirsiniz.

 





Sonrasında  Devrent yani diğer adıyla Hayal vadisinde sıra. Buraya hayal vadisi denilmesinin sebebi buradaki kaya oluşumlarının bir çoğunun hayal gücünüze bağlı olarak bir şeylere benzetilmesi. Hörgüçlü deve en belirgini ama bunun dışında  maymun, kertenkele, kaplumbağa v.b. şekilleri
görmeniz mümkün.







 
 





Kapadokya'nın şaraplarının ününü bilmeyen yoktur. Turasan bu bölgenin en büyük şarap imalatçılarından. O zaman bizde  Turasan'da  şarap  tadım ve alım molası verelim dedik.
Ben şahsen ondan, bundan, şundan tadıp 'yok hiç birini beğenmedim' deyip dışarı çıktım.

Buradan ayrılıp Ürgüp merkeze gittik. Burada yemek ve  biraz alışveriş molası sonrasında
bu bölgenin 2.büyük kalesi Orta hisar kalesine geldik.

Bu kalenin de üst bölgelerine çıkışa izin verilmiyor. Ama biz bir kaç arkadaş en azından izin verilen
yere kadar çıktık.






Sırada beş güzeller var:)) ay pardon  üç güzeller. Kapadokya'nın tanıtım fotoğraflarında sıkça görünen bir kare. Anne ,baba, çocuk peri bacaları.



Zamanında kralın kızı bir çobana aşık olur ve onunla  gizlice evlenir. Bir de çocukları olur. Fakat kral bunu hazmedemez peşlerine adamlarını salar. Kralın gazabından korunmak için kaçarlarken vadide sıkışıp kalırlar. O sırada onların yerine bu taşlar oluşur. Anne, baba ve çocuk  ortadan kaybolur.


Ve istemeyerek te olsak gezimizin sonuna geldik. Yavaş yavaş otelimize doğru yola koyulduk.
Otelde çorba, çay, gözleme molamızı verdikten sonra artık yola çıkma vakti  gelmişti.
Otel sahipleri tarafından bir kaba sular hazırlandı. İlk gidenlerin arkasından sonra da bizlerin arkasından yollara döküldü.

ve Kapadokya'ya  Elveda.....






Son söz:

Bu geziyi düşünen, katılan herkese, bizi evimizde gibi hissettiren Kandil Otel tüm çalışanlarına, bizi uçuran Kaya Balon  firması ve Nejat Bey'e, tüm Kapadokya bölgesinde bizleri özenle  taşıyan
servis şoförü arkadaşlarımıza,  Ve ve  hiç bir detayı atlamayıp bizlere harka bir gezi planı hazırlayan
arkadaşımız, rehberimiz Esra'ya çok teşekkür ederiz.

Sürç-i lisan ettiysek affola.....






16 Ekim 2016 Pazar

KUZEYİN SAKLI GÜZELİ ROMANYA








Anne tarafından Romanya kökenimin bulunması bu ülke hakkında daha fazla bilgi sahibi
olmama, okumama neden olsa da.
Çok okuyan mı? çok gezen mi ? demişler.
Her zaman gezen tabii ki:))


Peki Romanya deyince ilk aklınıza ne gelir??

Bu soruyu yaklaşık yirmi otuz arkadaşıma sordum. En  çok verilen cevaplar sırasıyla şöyleydi.

1.Karpatların Maradonası  Hagi
2-Romanlar(Çingene)
3-Kızlar
4-Dracula

Bir çok kişi ise verecek cevap bulamadı. Çünkü bu ülke hakkında pek de fikirleri yoktu.

O zaman  2015 Eylül ayında yaptığım Romanya gezimi anlatmaya  Romanlar ile Romenler arasındaki farklı açıklamak ile başlayalım.

Herkes tarafından yanlış bir algı vardır. Romanya da romanlar(çingene) yaşar. Evet yaşar.
Tabii ki azınlık olarak. Nüfusun  %2-3 ü civarı. Türkiye de olduğu gibi. İzmir, Tekirdağ, Edirne, İstanbul da bir çok roman vatandaşımız vardır.
Ama Romanya'nın halkının büyük çoğunluğu Romen'dir.
Çok eski yıllarda Roma imparatorluğunun hakimiyeti altında uzun bir süre kalan Romanya'da yaşayan Romalılar bu bölgeyi terk etmeyip yaşamaya devam etmeleri sonucu Romen etnik grubu oluşmuş. Dilleri Hint Avrupa dil kökeninden İtalyanca ve İspanyolcaya çok benzerlik taşımaktadır.

 Romanya ya nasıl gittik:

2015  Kurban bayramı tatilinde son dakika kararıyla Hitit tur dan uygun fiyatlı bir Romanya turu satın aldık.

Akşam saatlerinde Kadıköy'den bindiğimiz tur otobüsümüz ile  gezimiz başladı.
Normalde Balkan turlarının güzergahı Kadıköy-Beşiktaş -Bakırköy dür. Bizim otobüs baktım Bakırköy'e doğru gidiyor. 
Durun nereye Beşiktaş yolcusunu almıyor muyuz??
Şoförümüz  İstanbul'u pek bilmediğinden dönüşü kaçırmış. Benim yönlendirmelerim sonucunda Beşiktaş'taki yolcularımızı da alıp  sınıra doğru yola çıktık:))
Maceralı bir tur olacağı daha buradan belli olmuştu.

Bulgaristan sınırına geldiğimizde onlarca otobüs arasından kimin otobüsü seçilip x ray e girmek için boşaltıldı. Tabii ki bizim.
Evet pılımızı pırtımızı toplayıp otobüsü terk ettik. Otobüsümüz taranırken bizde sınırdan tek tek geçerek otobüsümüzün işinin bitmesini bekledik.
Ve bir kaç saat bekleme sonucunda Bulgaristan'daydık.
Romanya ya doğru yaklaşırken gün zaten aydınlanmıştı. Küçük bir kır gazinosunda kahvaltı yaparak kendimize geldik.Rusçuk yoluyla Bulgaristan ile Romanya'yı ayıran Dostluk köprüsüne geldik.
Ama köprüde hiç bitmeyen bir tadilat varmış. Orada da biraz bekleme sonucunda Romanya topraklarına vasıl olduk.









Yurt içi yada yurt dışında yeni bir şehir e gittiğimde hep bir beklentim vardır. Bükreş hakkında çok büyük bir beklentim yoktu. Ama  bu şehir beni çok şaşırttı.
Bükreş e neden Doğu'nun Paris i denildiğini bu gezi sayesinde anladım.

Öncelikle Bükreş yürüyerek gezilecek kadar küçük bir şehir değil. Otele gitmeden önce tur otobüsüyle panoramik bir tur gerçekleştirdik.
Dünyanın ikinci büyük yönetim binası olan Parlamento Binası ilk uğrak yerimizdi.
Sonrasında Şanzelize den etkilenerek yapılan bulvar ve Zafer takının oradan geçtik. Zafer takı tadilatta olduğundan pek de gördük sayılmaz.
Odeon tiyatrosunun önünde Atatürk büstünü gördüğümüzde ise otobüsümüz sola yattı. Çünkü hepimiz camlardan gurur duyarak büstü görmeye çalıştık.



















N


Bu arada turumuzun maskotu küçük gezginimizle tanıştırayım sizi.
Arel gezimiz boyunca turumuza renk katan bir miniğimiz.


Panoramik şehir turumuz bittikten sonra otelimize  giriş yaptık. Rin Grand Otel 4 yıldızlı gayet şık bir oteldi. Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği ve Bükreş 'i daha iyi tanımak için şehir merkezine gittik.

Hiç bilmediğiniz bir şehri nasıl gezersiniz? Normalde gitmeden önce internetten biraz çalışıp nereleri ünlü, nerede yemek yenir diye araştırarak tabii ki. Ama tur la gitmenin rehaveti içinde şehirle ilgili hiç bir bilgiye sahip değildik. Yüreğimizin  götürdüğü yere doğru yürüyerek şehirde bir kaç saat dolaştık.





Dur ya daha çekme:))











 Çiçeklere bayıldım.




Şehri gezip  dolaştığımızı zannederken eski şehir(old town) tarafını hiç gezmediğimizi fark ettik. Esas olay buradaymış. Çok şık kafeler,  restoranlar, bar ve publarla doluydu burası. Bir tanesinde oturarak birer içecek keyfi yaptık.


Günün yorgunluğu artık vurmaya başlamıştı. Bükreş'in gece hayatı için yarını beklemeye karar vererek eski şehirden ayrılıp otele doğru yola koyulduk.

Romanya da taksiler ile ilgili önemli not:
Otelimiz şehrin biraz dışında olduğundan rehberimiz Speed taxi 1,39 lei yazan taksileri kullanmamız için bizi uyarmıştı. Otelden  bu taksilerle gidip 10 Lei(8 TL) ye şehir merkezine varmıştık. Dönüşte bulduğumuz ilk taksiye binince taksimetrenin dönüşünü hiç unutmayacağım.Daha 1-2 km de 10-15-20-25 lei taksimetre uçuyordu. Hemen taksiyi durdurmasak  otele kadar 100 lei bulacaktı. 
Şoförü dövmekten beter ettik ama:)) Yolun ortasında da kalakaldık. Neyse ki insaflı bir taksi şoförüne rastlayıp otelimize geri dönebildik.



2.GÜN

Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı otelden yaptıktan sonra Transilvanya  bölgesine turumuz başladı.

Bu bölge ile ilgili biraz bilgi verelim.

Bükreş'in kuzeyinde Karpat dağlarıyla Transilvanya Alpleri arasında kalan bölge. Şatoları ve Drakulası ile ünlenmiş.

Dracula diye anılan Vlad Tepeş bir Eflak kralının oğlu. Çok zalim, acımasız ve piskopat ruhuyla 20.000 askeri kazığa geçirmesiyle ünlenmiş.  Hepimizin bildiği  namı değer  Kazıklı Voyvoda.
Öldürttüğü insanlarının kanını içtiği söylentisiyle adı Dracula ya çıkmış.

Vlad Tepeş in hayatını okurken rastladığım ufak bir detayı sizinle paylaşmak isterim.
3.Vlad Osmanlıya devşirme olarak getirilen bir çocuk. Fatih Sultan Mehmet ile de aynı yaşlarda olduğundan zamanında kan kardeşi olmuşlar. Fatih Sultan Mehmet  tarafından Eflak beyliğinin başına vali olarak atanmış ama sonrasında Osmanlının başına büyük bela olmuş.
Günümüzde de örneklerini gördüğümüz gibi bir hikaye.


Bükreş'ten yaklaşık iki saatlik bir  yolculuk sonrası sonrasında güzel manzaralar eşliğinde bir tepeye doğru tırmanmaya başladık. Buradaki evlerin çatıları dik. Kışları çok kar yağdığı belli oluyor.






Sinai şehri ve Peles Şatosu ilk durağımız.



Şatonun dışı çok ihtişamlı. İçini gezmek isterseniz grup halinde içeriye  alıyorlar. İçeride resim çekmek isterseniz onun içinde ayrı para ödüyorsunuz. Biz aramızda bir kişiyi seçerek foto çekme görevini ona verdik. Ama içerinin güzelliğini gördüğümüzde fotoğraf çekmeden duramadık. Sürekli müze görevlilerinden uyarı ala ala neyse ki dışarı atılmadan müzeyi gezmeyi başardık.
İşte  müzeden bazı görüntüler.















































































































Peles  Şatosunun içi  kadar bahçesi  de ayrı  bir güzel.





























Dağ çileği almadan olmazdı tabii..






Evet sırada meşhur Bran şehri ve Drakulanın şatosu var. Şatoya çıkış bana Sümela Manastırını hatırlattı.

































































Şatoda çok görülecek bir şey yok. Zaten vaktimiz kısıtlı olduğundan
Bran şatosunu gezdikten sonra şehrin içinde hediyelik eşya satan dükkanları ve  standları gezdik.
O sırada oda ne Kurtoskalacs( Kürtoş) görmez miyim. Macarların meşhur tatlısı.
Hemen sıcak sıcak birer tane aldık. Otobüse döndüğümüzde herkesin elinde bir kürtoş fındıklı çikolatalı, sade hepsinden birbirimize  verip yememiz çok zevkliydi.
Döndükten sonra yaptığım araştırmalarda Romanya da Macar azınlığın en çok
yaşadığı bölgenin bu bölge olduğunu öğrendim. Kürtoşun  burada ne aradığı belli oldu.
Sırada en çok sevdiğim şehir Braşov var. Arnavut kaldırımlı yolları, renkli evleriyle beni orta çağ da gibi hissettiren şehir. Bir meydanın etrafında paralel sokaklar. Küçük kafeler restoranlar.
Burada çok zaman geçiremediğimiz için kesin tekrar gelip göreceğim.

  



















Güzel Braşov'ada veda edip .Bükreş'e otelimize doğru yola koyulduk.
Otele geldiğimizde etrafta bir şenlik. Yemek salonunda bir düğün organizasyonu varmış.
Kıyafetler ve saçlar 1980 yıllarının modası.
Ortada Ciguli benzeri bir adam şarkı söylüyor ve davetlilerde dans ediyorlar. İnanın şarkılar ve eğlence çok güzeldi. Uzun bir süre düğünü izledik.
Sonrasında turdan arkadaşlarla toplanıp Bükreş gece hayatına akış yaptık.
Eski şehir bölgesinde güzel bir restoranda yemeğimizi yiyip barlar bölgesinde insanların nasıl eğlendiğini izledik. Kızlar erkekler barlarda sohbet ediyor içkilerini yudumluyor. Ne  kimse kimseye bakıyor. Ne laf atan ne kavga eden var. Burada içki şişede durduğu gibi duruyor.
 Gezimiz yazık ki iki gece ile sınırlı olduğundan Romanya'ya doyamadım. En yakın zamanda
 tekrarı için sabırsızlanıyorum.
Klasik sorularımıza gelelim.

Nasıl gidilir?

Neden gidilir?

Ne zaman gidilir?

Normalde çok ucuza Romanya turları var. Ama ben olsam Romanya'ya dolu dolu 5 gün ayırdım.
Önce uçakla Bükreş. Orada  2 gün Sonra araba kiralayıp Sinai, Bran, Braşova gider oralara da 3 gün kalırdım.

Son söz:

Benimle bu tura katılan canım arkadaşlarım Gülnur ve Şenay'a, turumuza renk katan minik adam Arel'ime, annesi Sibel ve babasına, Nagoş ve Demoş'a ve annelerine, Rahşan' a,
güzel fotoğraflar için Gözde' ye eksikleri de olsa genede bize güzel bir gezi gerçekleştiren Hitit Tura teşekkürler.

Sağlıcakla kalın ,