30 Kasım 2017 Perşembe

İSVİÇRE'DE GÜZ MEVSİMİ









Yazın bunaltıcı sıcakları bitmiş. Kışa ve soğuğa yumuşak bir geçiş sağlayan güz mevsimi kendini göstermeye başlamıştı.
Etrafı saran yeşilliğin yerini önce sararıp sonra dökülmeye başlayan yapraklar almıştı.
İşte gezilecek en güzel mevsim, güz mevsiminde Leman Gölündeydik.

Fransa'nın güneydoğusundaki küçük şirin kasaba Annecy'deki gezimiz sonrasında Leman gölü için konaklayacağımız şehir Lozan(Lausanne) a doğru sabah saatlerinde hareket ettik.

Annecy' ye nasıl gelmiştik.Kısaca onu da anlatayım.

Oğlum Fransa'da dil okullarını araştırırken Annecy diye bir yerde bir dil okul var dediğinde, dil okuluna değilde yıllardır gitmek istediğim kasabanın adini duyduğum için heyecana kapılmıştım.
Tabii gidebilirsin bende yanına gelirim demişim:))
İşlemleri tamamladıktan sonra oğlumun eğitimi bitirdiği tarihe uçak biletimi almış, eşime de o şimdi bavullarını toplayamaz (yaş 23) ben yardıma gideyim deyip yanımada daimi gezi arkadaşım Gülnur'u alıp yola çıkmıştım.

Öğlen saatlerinde Lozan Elite Hotel deydik. Otelimiz sakin ve şirin bir sokakta ama her yere yürüyerek ulaşılabilecek mesafedeydi.





Lozan, gölün kıyısından tepelere doğru konumlanmış bir şehir.Şehir içi ulaşımı metro ve otobüs bir İsviçre klasiği olarak dakik ve düzenli.Otelimiz bedava ulaşım kartı verdiğinden bilet alma işiyle uğraşmadık ama bilet atan kimse yada görevliye de pek rastlamadık.

Tren garı şehri ikiye ayırıyor diyebiliriz. Aşağı doğru inerseniz  Ouchy(uşi) kasabası ve gölü, yukarı doğru çıktığınızda ise tarih ve şehir hayatını görebilirsiniz.
Biz öncelikle yukarıdan başladık. Otelimiz tren garının hemen üzerinde olduğundan  dar sokaklardan tırmanarak şehrin belki de İsviçre'nin en büyük Katedraline  ulaştık. Notre Dame katedrali gotik tarzda yapılmış gerçekten muhteşem bir yapı.
Katedralin avlusu da çok güzel Lozan manzarasına hakim.
Katedralin yanındaki güzel merdivenlerle Palud meydanına iniliyor.Merdivenler o kadar şirin yapılmış ki eminim buradan katedrale çıkmak bile insanı yormaz.
Günlerden cumartesi olması sebebiyle etraf haylice kalabalıktı. Meydanda organik pazar kurulmuştu.




























Güzel bir şehir turu sonrasında biraz dinlenmek için otelimize geri döndük.Ama benim aklım göl kenarında olduğundan keşif yapmak için tekrar yollara attım kendimi.
Bu arada oğlum otelde yatıp yuvarlanmaca. Lozan sahili, şehir hiç umurunda değil.
Anne tarafımdan gelen gezginci genlerim onu tamamen pas geçmiş.

Otelden baktığımda göl çok da uzakta görünmüyordu. Sanırım yürüyebilirim diye istasyonunun arkasındaki yoldan aşağıya doğru inmeye başladım. İki tarafı ağaçlı huzur dolu sayfiye evlerinin arasından  geçerken, sahile nasıl indiğimi anlayamadım.





Büyük bir yat limanı, tekneler, sahilde içeceklerini almış keyif yapan insanlar,  etrafı kaplayan sonbahar  yaprakları, gölde gezen kuğularla bir anda buranın büyüsüne kapıldım.

Bir süre sahilde gezinip gölün güzelliğine doyduktan sonra Olimpiyat müzesine doğru yürüyüşe geçtim.

Resimlere baktığım zaman bile hala oranın etkisi altındayım.
Bakin sizce de çok güzel değil mi?


























Ve Olimpiyat Müzesi.
Her ne kadar içini gezmesem de müzenin konumu, bahçenin düzenlemesi ve bahçedeki Olimpiyat ruhunu hatırlatan objeleriyle mutlaka görülmesi gereken bir yer.


















Aklım otelde bıraktığım arkadaşımdaydı. Oda bu güzellikleri görmeliydi.Hemen ani bir kararla metroya yöneldim. Ana tren istasyon durağında inerek koşar adımlarla otele vardım. Dinlenmiş olan arkadaşımı da alarak tekrar metroya binerek sahiline geldik.





Onunla birlikte de sahilde dolaştıktan sonra  gördüğüm ve aklımın kaldığı Creperie D'ouchy nin  yanından geçerken artık kendimi tutamadım.Madem bu diet bozulacak, bari hakkını verelim dedik ve mis gibi kokan restorana girdik.Biz nutellalı muzlu krep siparişi verdiğimiz sırada yan masaya etli sebzeli krepler geldi.O kadar iştahla baktık ki yemeği yiyen arkadaş bize açıklama yapmak zorunda kaldı. Vegeterian sebzeli krepin çok leziz olduğunu ve buranın en iyi yapıldığı yer  olduğunu söyleyince hemen garsona bir adette ondan sipariş verdik. iyi ki de vermişiz.
Sekiz aydır hamur işi ve tatlı yemeyen ben resmen krepe gömüldüm.







Ve mutlu son:))






Lozan'a gelip burada krep yemezseniz çok şey kaybedersiniz. Bak söylemiş olayım.
Artık gün batımı saatiydi göl kenarında kuğularla birlikte muhteşem kızıllıkta günü batırdıktan sonra otelimize çekildik.









Lozan'da ikinci günümüzü Leman gölünün çevresini gezerek geçirmeye karar vermiştik.
Bunun içinde en akıllıca yol araba kiralamak.
Hertz firmasından günlüğü 90 Euro ya arabamızı kiraladık. İlk önce bu tutar biraz pahalı gelse de
Lozan'dan Montrö'ye tren ile gitmenin 25-30 Euro ya mal olduğunu düşününce üç kişi için gayet ekonomik oldu.
Leman gölü yada diğer adıyla Cenevre gölü iki devletin sınırları içerisinde kalıyor.Gölün kuzeyi İsviçre güneyi ise Fransız topraklarına ait.
Lausanne ,Vevey ve Nyondan karşı kıyıya tekne seferleri var.Araba kiraladığımızdan biz tekne ile ulaşımı kullanamadık.





Öncelikle biraz dağ, tepe, yeşillik görelim, şehirden uzaklaşalım diye  ününü Gravyer peynirlerinden almış şirin mi şirin bir kasaba olan Gruyeres'ye doğru yöneldik.
Lozan' dan çıktıktan 45-50 dakika sonra köye ulaştık.Arabamızı aşağı otoparka park edip çok az bir tırmanış yoluyla kemerli bir kapıdan girerek köye giriş yaptık.Köyün kurulduğu yer her yere hakim bir tepe.Manzara muhteşem.Dağların tepeleri sisle kaplı olması köye ayrı bir hava katmış. Köyün meydanı hediyelik eşya dükkanları, otel ve restoranlarla dolu.Tabii ki tepede Gruyeres Şatosu.
Şato gezmeyi hiçbirimiz istemediğimizden birazda mis gibi kokuları duyunca restoranda oturup bir şeyler yiyip içelim dedik.















































Yıllar önce ilk kez Bern de denediğimiz fondüyü birde burada deneyelim dedik ve siparişimizi verdik. Fondü sıcak patateslerle birlikte ikram edildi.
Bu sefer daha bir lezzetli geldi.İşte yemek yediğimiz restoran aşağıda.













Fondüyü yediğimizden peynir fabrikasını pas geçip Broc'taki Nestle'nin fabrikasını ziyaret edelim biraz çikolata tadımı yapalım dedik.Arabayla beş dakika içinde fabrikadaydık. Fakat hafta sonu olduğundan o kadar çok sıra vardı ki beklememize değmeyecekti.Çikolata marketinin içinde  bir göz ziyafeti yapıp hiç bir şey almadan evet çikolata almadan inanmayacaksınız ama buradan ayrıldık.






Otobandan Vevey e bağlanıp sahili takip ederek Montrö ye ulaştık.Montrö çok şık şirin bir şehir.
 Eski şehir yukarıda kurulmuş.Eski şehirde bir tur atıp gezindikten sonra havanın erken kararmasını
göz önüne alarak ancak gölün etrafını gezebiliriz diye tekrar yola çıktık. Montrö'nün çıkışında ünlü şatoyu görüyoruz. Baktım kimsede şato gezme havası yok.Yola devam o zaman istikamet Evian






Bu bölgede gördüğüm tek çarpık yapı bilmem kaç katli bina.Bence hiç yakışmamış.Nasıl izin almış  merak ettim doğrusu.










Ve Evian dayız.Yani gölün Fransız tarafına geçmiş bulunmaktayız.Avrupa'ya gidip te Evian suyu içmemiş kimse olduğunu sanmıyorum. Avrupa'da tüm marketlerde bu su satılıyor. Evian gölün kıyısında kurulmuş çok şık bir şehir bence.
Suyun kaynağını göremedik ama şehri panaromik olarak gezip, sahilden karşıya Lozan'a el sallayıp yolumuza devam ettik.








Ve son durağımız Yvoire. Hepimiz bu köyün merakı içindeyiz. Birde ismini telaffuz edebilsek.
Sürekli oğlum nasıl okuyorduk? " İvuaaar" diye anne diyaloğu içindeyiz.
Burada yıllar durmuş.Köye giriş yaptığın anda orta çağ kasabasına giriş yapmışsın gibi hissediyorsun.
Üzerlerini sarmaşıklar sarmış balkonlarından  çiçekler sarkan  tahta panjurlu şirin evler , eski çeşmeler, göl kıyısının güzelliği gerçekten anlatılmaz.
O zaman resimlerle anlatalım.Buyurun.



























































Ve hava kararmaya başlamıştı.Gölün kıyısındaki şehirleri gezmemizi de tamamlamıştık. Daha önce Cenevre'yi gördüğümüzden dolayı şehirde bir tur atıp Lozan'a otelimize doğru yöneldik.




Akşam otele geldiğimizde o kadar yorulmuşum ki gece Stuttgart'a gidecek oğlumu geçirmeye zor uyanmıştım.
Maceramız bitti mi bitmedi.Daha kiraladığımız arabayı teslim etme maceralarım var.Oğlum yanımdayken onun co pilotluğuyla bir güvenli gezen ben sabah şaşkın ördeğe dönmüştüm.Arabaya benzin alınacak ve Hertz kiralama ofisi bulunacaktı.Yürüyerek gitsem vallahi bulurum çok kolay ama araba ile öyle olmuyor.
Gördüğüm ilk benzinciye daldım.Her zamanki gibi pompacı yok.Kimsede de bana yardım edecek göz yok.Kendi işini kendi yap diyerek açtım depoyu doldurdum benzini. İşte bu kadar korkulacak bir şey yok.Sonrasında yola çıktım ama yollar pek bir yabancı.Bildiğim bir sokak görsem dalacağım ama hepsi birbirine benziyor.
Baktım ışıkta arabalar bekliyor ama yan şerit boş.Hemen o şeride geçerek ışığın yanmasını bekledim.
O sırada arkadan bir korna sesi otobüs şoförü  "Hayrola benim şeridimde işin ne" der gibi bakıyor.
Şeritteki koskoca 'Bus' yazısını sonradan görüyorum.
Mecburen ışığı beklemeden geçiyorum.Sonrasında baktım yanlış tarafa gidiyorum birde insanların şaşkın bakışlarıyla dönülmezden de dönüyormuyum? Anlayacağınız A Turkish women driver in Lausanne adlı filmi çekecek maceralarla arabayı teslim edeceğim yeri bulup bir oh çekiyorum.

Ve koşturarak metroya yöneliyorum. Luzern'e gideceğimiz tren bizi beklemez:)

Ve son tavsiyeler:

Tahmin edersiniz ki bir şehri gezmek, içine sindirmek için en azından bu şehirde üç gün kalmak gerekiyor.
Biz Lozan ve Leman gölüne iki gün ayırmıştık.İnanın hiç yetmedi.Özellikle günlerin kısa olduğu aylarda bu bölgeye en azından üç dört gün ayırırsanız bence yetecektir.
İsviçre'de tren biletleri çok pahalı.Lütfen gitmeden çok önceden biletlerinizi alın.Saver bilet seçeneğini kullanarak daha ucuza bilet alabilirsiniz.
Restoran ve yemek fiyatları tahmin edersiniz ki hayli pahalı.İki krepe 35 Euro yani 160 TL ödemek gibi.Bu yüzden kahvaltı dahil bir otelde kalırsanız akşama kadar yedikleriniz sizi tutacaktır.
Lozan da kaldığımız Elite oteli kesinlikle tavsiye edebilirim.

Not:Bu geziden aklımda kalıp yapamadıklarım:
 Lozan antlaşmasının imzalandığı Rumine sarayını ziyaret edememek.
Montrö'ye kadar gidip Chillon şatosunu gezememek.
Ve Lozan'da yaşayan arkadaşım Ece ile bir kahve içememek.:(
Bu durumda bir de ilkbaharda buralara gitmek şart oldu.

Hoşcakalın,